Şeffaflık ve Mahremiyetin Çöküşü: Sosyal Medyada Linç Kültürü

Sosyal medya üzerinden linç kültürünün gelişmesi, doğru bilgiye dayanmadan, delil olmadan ve tek taraflı yargılamalarla sonuçlanabilir.

Sosyal medya, insanları bir araya getiren ve fikirlerin hızla yayılmasını sağlayan güçlü bir araçtır. Ancak bu gücün bir de karanlık yüzü vardır: linç kültürü. Dijital platformlarda, bir olay ya da birey hakkında hızla yayılan kitle hareketleri, geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir. Bu yazıda, linç kültürünün sosyal medyada nasıl şekillendiğini, arkasındaki psikolojik mekanizmaları ve toplumsal etkilerini ele alacağız.

Linç Kültürü Nedir?

Türk Dil Kurumu (TDK), linci “yargısız infaz” olarak tanımlar. Britannica ise bunu, bir grubun suçlu olduğu düşünülen bir kişiye yönelik şiddet ve infaz eylemi olarak açıklar. Geleneksel anlamda fiziksel şiddeti ifade eden linç, günümüzde sosyal medyada karakter suikastı ve toplu karalama kampanyalarına dönüşmüştür. Fiziksel şiddet içermese de, “dijital linçler,” bireylerin itibarını yok eden ve psikolojik travmalara yol açan etkileriyle tehlikeli bir boyut kazanmıştır (Öznür, 2024).

Dikkat Ekonomisi ve Linç Kültürü

Sosyal medyanın temelinde dikkat ekonomisi yatar. Bu terim, insanların sınırlı dikkatini kazanmaya çalışan dijital platformların stratejilerini ifade eder. Wu (2017), dijital dünyada dikkatin yeni bir değer olduğunu belirtirken, Simon (1971) bilgi bolluğunun dikkat kıtlığına neden olduğunu vurgular (Demir & Özcan, 2021). Bu ortamda, hız ve görünürlük odaklı paylaşımlar kullanıcıları düşünmeden tepki vermeye iter. Bauman (2016) ve Adorno (2011), sosyal medyada verilen hızlı hükümlerin genellikle temyizi olmadığını ve bireylerin bağımlılık derecesinde bu sisteme entegre olduğunu ifade eder (Demir & Özcan, 2021). Kullanıcılar, kendilerini doğrulama ya da dikkat çekme amacıyla bu dinamiklere katılırken, farkında olmadan linç kültürünün bir parçası haline gelirler.

Kitle Psikolojisi: Neden Linç Ediyoruz?

Kitle psikolojisi, bireylerin topluluk içinde neden farklı davrandığını açıklar. Freud’a göre birey, kalabalık içinde kendi mantığını terk ederek duyguların akışına kapılır. Canetti ise kitlede bulunmanın bireyde üstünlük hissi yarattığını savunur (Bulut, 2023). Bu ortamda bireyler, bireysel sorumluluklarını kitlenin ortak kararlarına devreder. Sosyal medya, kitle psikolojisini hızlandıran bir katalizör görevi görür. Bireyler, anonim olmanın ve kitlenin desteğiyle güçlenmiş hissederek normalde sergilemeyecekleri şiddet içerikli eylemleri kolayca gerçekleştirebilir. Bu, yalnızca bireylerin değil, toplumun da derin yaralar almasına yol açar.

Şeffaflık Tuzağı ve Mahremiyetin Yok Oluşu

Sosyal medya platformları, bireyleri yalnızca düşüncelerini ve eylemlerini değil, aynı zamanda en özel anlarını, duygularını, hatta en mahrem bilgilerini bile paylaşmaya zorlar. Bu “şeffaflık” talebi, bireyleri sürekli olarak daha fazla bilgiyi açığa çıkarmaya, daha fazla paylaşmaya iten bir durum yaratır.

Jean Baudrillard (2001), sosyal medya platformlarının, “şeffaflık evreni” yarattığını ifade eder (Bulut, 2023). Bu kavramla Baudrillard, dijital dünyanın insanları aşırı derecede görünür hâle getirdiğini ve toplumu bir şekilde sürekli olarak gözlemlenen bir varlık haline soktuğunu anlatır. Ancak bu şeffaflık, aslında mahremiyetin yok olmasına yol açar. İnsanlar sosyal medya ortamında kendilerini sürekli bir izlenme, değerlendirilme ve eleştirilme tehdidi altında hissederler.

Şeffaflık evreni teorisi, aynı zamanda sosyal medya üzerinde hızla yayılan linç kültürünü de besler. Bir kişi, sosyal medya üzerinde herhangi bir şekilde eleştirilmiş, hatalı bulunmuş ya da dışlanmışsa, bu durum hızla geniş bir topluluk tarafından yayılabilir. İnsanlar, genellikle bir hata ya da yanlış anlama sonucu hızla toplumun gözünde yargılanabilir, itibarsızlaştırılabilir veya hedef haline getirilebilir. Bu da bireyleri sürekli olarak izlenme korkusuyla hareket etmeye, yani kendi hayatlarını ve düşüncelerini daha dikkatli ve kontrollü bir şekilde paylaşmaya iten bir dinamik oluşturur.

Şeffaflık, yalnızca bilgi paylaşmayı değil, aynı zamanda bu bilgilerin değerlendirilmesini, yargılanmasını ve hızla yayılmasını da beraberinde getirir. Sosyal medya kullanıcılarının sürekli olarak izlenme ve değerlendirilme kaygısıyla hareket etmeleri linç kültürünün oluşumunu hızlandırır. Bu kültür, toplulukların hızla bir araya gelerek bireyler hakkında kararlar verdiği ve bu kararların, çoğu zaman yanlış ya da eksik bilgiye dayalı olduğu bir yapıyı oluşturur.

Sanal Adalet Sistemi

Sosyal medya üzerinden linç kültürünün gelişmesi, doğru bilgiye dayanmadan, delil olmadan ve tek taraflı yargılamalarla sonuçlanabilir. Buradaki adalet, genellikle duygusal ve anlık bir tepki üzerine kuruludur. İnsanlar, bir hatanın ya da suçun varlığını hızla kabul eder ve bu durumu sosyal medya üzerinden yayarak toplumu etkilerler. Ancak bu yargılar çoğu zaman yanlış olabilir. Çünkü sosyal medya, delil toplama ya da hakikatin ortaya çıkmasını beklemek yerine, hemen ve anında yargılayıcı bir tavır sergiler.

Jon Ronson (2015), sosyal medya üzerindeki alternatif adalet sistemine dikkat çeker (Bulut, 2023). Ronson, bu sistemin geleneksel hukuki süreçlerin dışında işlediğini ve adaletin çoğu zaman aceleci ve genellikle yanlış bir şekilde sağlandığını vurgular. Sosyal medya, özellikle Twitter gibi hızlı bilgi akışının olduğu platformlar, hızla yayılan yanlış bilgiler ve olumsuz yorumlar ile bireyleri hedef alır. Kişiler, sosyal medyada bir kez hedef haline geldiklerinde, bu durum hızla geniş bir kitleye yayılır ve adalet duygusundan uzak, sanal bir yargılama süreci başlar.

Bireyler, çoğu zaman haklarında yapılan yorumlar, paylaşımlar ve dedikodulara karşı savunmasız hâle gelirler. Bu tür durumlar, sosyal medyada yapılan “sanal infazlar” gibi sonuçlar doğurabilir. Yani, insanlar dijital dünyada, adaletin sağlanmadığı, delillerin göz ardı edildiği ve bazen de gerçeğe aykırı kararların alındığı bir yargı sürecine girebilirler.

Sosyal Medya ve Linç Kültüründen Çıkış Yolları

Linç kültürünün etkilerini azaltmak için bireyler ve platformlar bazı önlemler alabilir:

  1. Eğitim ve Farkındalık: Medya okuryazarlığı ve eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmesi önemlidir. Kullanıcılar, paylaşılan içeriklerin doğruluğunu sorgulamalı ve dijital dünyada bilinçli olmalıdır.
  2. Yavaşlama Kültürü: Sosyal medya üzerindeki hızlı tepkiler yerine, sakin ve bilinçli bir yaklaşım benimsenmelidir. Hızlıca yapılan yorumlar yanlış anlaşılmalara yol açabilir.
  3. Platform Sorumluluğu: Sosyal medya şirketleri, nefret söylemi ve yanlış bilgilere karşı etkili politikalar geliştirerek, zararlı içeriklerin yayılmasını engellemelidir.
  4. Yasal Düzenlemeler: Dijital platformlarda hukukun üstünlüğünü sağlayacak yasal düzenlemeler oluşturulmalıdır. Bu düzenlemeler, dijital suçları ve yanlış bilgileri engellemeye yardımcı olacaktır.
  5. Toplumsal Empati ve Farkındalık: Toplumda empati ve anlayış kültürünün yayılması, linç kültürünün önüne geçmek için önemlidir. Dijital dünyada insanlar, birbirlerine karşı daha hoşgörülü ve saygılı olmalıdır.

Linç kültürü, sosyal medyanın dikkat ekonomisi ve şeffaflık zorunluluğu tarafından beslenen bir olgudur. Bu kültür, bireylerin hem mahremiyetlerini hem de ahlaki hassasiyetlerini tüketerek toplumsal bağları yeniden şekillendirir. Ancak bu süreç, sürdürülebilir bir çözüm sunmak yerine, bireyleri dijital platformların kölesi haline getirir.

Dijital dünyada linç kültürüyle mücadele, bireylerin ve toplumun daha sağlıklı bir iletişim ortamı oluşturabilmesi için kritik öneme sahiptir. Bu mücadele, yalnızca bireysel değil, kolektif bir çaba gerektirir.

 

Ek Okumalar

Siber Şiddet

 

KAYNAKÇA

Öznur, F. N. (2024). Sosyal medyada linç eylemi: Twitter üzerinden bir araştırma (Yüksek lisans tezi). T.C. Maltepe Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul.

Demir, S. T., & Özcan, A. (2021). Sosyal Medya ve Linç Kültürü: Sanal Nedenler Gerçek Sonuçlar. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 2021(56), 1-15.

Bulut, D. (2023). 2000’lerden günümüze Türkiye’de kolektif şiddet türü olarak linç (Doktora Tezi). Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

*Bu yazı Psikoloji Ağı editörlerinden Berkant Cödel tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.

 

 

 

Bir yorum yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir