Shakespeare’in Hamlet’i edebiyatın Mona Lisa’sıdır diye yazar T. S. Eliot1. Sanatçının bu en uzun ve belki de en karmaşık yapıtının yine sanatın farklı bir türünün ürünü olan ve yüz yıllardır insanlığı büyüleyen Mona Lisa’ya benzetilmesinin nedeni nedir? Bu tablonun etkileyici yanı yalnızca yüzümüze bir tokat gibi çarpan gülümsemesi midir, yoksa ressamının öznel tarihinin eşlik ettiği tabloya her baktığımızda karşı karşıya kaldığımız kadınlık, kadınsı gibi mefhumların ve ayrıca çok uzun zamandır sorulmakta olan “kadın ne ister” sorusunun belirişi mi? Hamlet’in trajedisi ve bu trajediye tanıklık eden ötekileri düşünürken, Mona Lisa’da olduğu gibi birçok farklı sorunun gündeme geldiğini söyleyebiliriz. Hamlet’in trajedisi üzerinde tartışırken perspektifimizi psikanalizin tarafından alırsak eğer, sorduğumuz soruların belli başlıları şunlar olacaktır: Hamlet’in arzusu, Gertrude’un kadınlığı, Œdipe sorunsalı ve bir arzu nesnesi olarak Ophelia.
Jacques Lacan’ın 1958 ile 1959 yıllarında gerçekleştirdiği Arzu ve Arzunun Yorumu2 adlı Seminerde, psikanalizin arzu dinamiklerine bakışı, arzusunu yitirmiş bir karakter olan Hamlet üzerinden işlenir. Konuya giriş Ophelia üzerinden yapılır ve bu karakter özel bir önem taşımaktadır; Lacan, Ophelia’nın Shakespeare tarafından trajedinin çekirdeğinde konumlandırıldığını ve belki de en önemli karakterlerden biri haline getirildiğini yazar. Lacan, 15 Nisan 1959 tarihli seansta Hamlet ve arzunun trajedisi üzerine uzun uzadıya konuşur. Böylelikle bu seansta bahsedilenlerin ışığında, Ophelia ve onun gösterdikleri üzerine bir inceleme yapılabilir.
I
Öncelikle, Lacan’ın Seminerin girişinde de üzerinde durduğu arzu dinamiklerine göz atabiliriz. Lacan beşinci Semineri olan Bilinçdışının Oluşumları’nda3 kademeli olarak arzu şemasını oluşturur. Biz burada bu şemanın tümünü yorumlamayacağız, ancak arzunun dinamikleriyle ilgili temel noktaların altını çizeceğiz. Arzu Öteki’nin arzusudur4 temel varsayımıyla başlayabiliriz. Bu varsayımı anlamak için anne-çocuk ilişkisindeki ilksel zamana yani anne-çocuğun füzyonel ilişkisine bakalım. Anne çocuk tümgüçlü ilişkisinin yerini, çocuğun deneyimlemeye başladığı hayal kırıklıklarının aldığını görürüz: Anne artık doyum nesnesini geciktiren ya da yerine getirmeyen konumdadır. Çocuğun burada karşılaştığı, annenin yani çocuğun ilk Öteki’si olan varlığın da eksikli, arzulayan bir varlık olduğu gerçeğidir. Çocuğun gözünden annesinin tümgüçlü durumunun, Simgesel bir fail tarafından (bu fail yasanın temsilcisi Baba-nın-Adı’dır) İmgesel bir eksikliğe uğratıldığını söyleyebiliriz. Çocuk işte tam da bu zamanda Öteki’nin arzusuna dair bir merakla “o benden ne ister” sorusunu sorabilecektir. Çocuğun yaşantıladığı yoksunluk deneyimleri yapıcıdır çünkü biliyoruz ki annenin yokluğu, eksikliğin gösterenler zincirinde yer almasına ve gösterenler zincirinin de devingen bir durumda kalabilmesine izin verecektir. Ayrıca Öteki’nin, üzeri çizilmiş öznenin (eksikli bir öznedir çünkü arzu nesnesini sonsuza dek kaybetmeye mahkumdur) çağrısına verdiği cevap tatmin edici olamayacaktır, çünkü Öteki de eksiklidir, diğer bir deyişle var olmada eksiklidir (manque à etre). Zaten arzu, var olmakta eksikliğin metonimisidir (düzdeğişmecesidir)5 ve Lacan’ın nesne a olarak adlandırdığı sonsuza dek kaybedilen arzunun nedeni olan nesnedir6.
Burada sözünü ettiğimiz var olmakta eksikli olan özne, konuşan ancak ne söylediğini bilmeyen bir öznedir. Arzu şemasında öznenin taleple düşlemsel bir ilişkide olduğunu görürüz ($◊D). Grafikte, bu ilişkinin her zaman eksikliğe (S(Ⱥ)) gönderimde bulunduğunu da okuyabiliriz. Bu eksikliğin ortadan kalktığı yer ise sadece bilinçdışı düşlemlerdir ($◊a).
Sonuç olarak arzulayan bir öznenin Öteki’yle ilişkisinde sürekli kaybedilen ve eksik olan bir gösteren belirecektir; işte biz bu gösterene eksikliğin göstereni olan fallik gösteren yani fallus demekteyiz. Arzu Öteki’nin arzusudur ve konuşan özne her seferinde arzu dinamiğini işletmeye devam etmektedir.
II
Lacan’ın V. Seminerindeki arzu şemasına kısaca değindikten sonra Hamlet’in trajedisine ve bu trajediyle aracılığıyla da arzunun psikanalitik yorumuna göz atmaya devam edebiliriz. Birinci perdede Hamlet, babasının hayaletiyle karşılaşmış ve onun ölümüyle ilgili acı gerçekleri duymuştur. Annesinin vakit kaybetmeden evlendiği amcası, öz babasının katilidir. Hamlet şimdi imkansızın trajedisinin oyuncusudur7; Lacan, yorumu Simgeselden yana yapar, yani babaya değin yasın yokluğunu işler ve böylece Hamlet’in deliliğinin nedenlerini anlamaya başlarız. Fakat Hamlet’in deliliği gerçek midir? Yoksa bu delilik uydurma bir delilik midir?
Hamlet figürüne sıkı sıkıya bağlı olduğunu gördüğümüz Ophelia karakterini, daha önce farkına varılmamış bir dilsel sürprizle tanıtır Lacan: O Phallos (Fallόs/Φαλλός) der onun için. Burada fallusa yani fallik gösterene bir gönderim olduğu açıktır. Fallus, yasanın gösterenidir, aynı zamanda değiş-tokuş edilebilir simgesel bir “hiç” nesnedir ve insandaki her arzunun cinsel bir arzu olduğunu gösterir: İnsanın vazgeçmek zorunda kalmış olduğu ensest arzudur8. Lacan’ın Seminer boyunca nesne olarak Ophelia konusunu üç düzeyde işlediğini görürüz. Hamlet ile Ophelia’nın karşılaştığı tiratlar bu bakımdan önemlidir.
İlk düzeyde Hamlet’in var olmak ya da olmamak (to be or not to be) tiradının ardından Ophelia’nın durumu konu edilir. Hamlet Ophelia’ya karşı yeni bir konum alır. Bu konum eskisinden daha uzak, daha yabancıdır. Hamlet Ophelia’yı hem kendine doğru çeker ama aynı zamanda da iter görünür. Aklımıza hemen Freud’un tekinsiz (unheimlich) kavramı gelebilir. Tekinsiz olan tekin olanı da içerebilir, dehşet verici olan alışıldık olana, aynı şekilde korku uyandıran bilindik olana dönüşebilir9. Ophelia Hamlet’in gözünde tekinsiz bir durumda mıdır şimdi? Shakespeare bu durumu anlatmak için enstragement (soğumak, yabancılaşmak) kelimesini kullanır.
Bu bölümden sonra Ophelia’nın Hamlet için tamamen önemsizleşmiş olduğu görülür. O şimdi bir aşk nesnesi olmaktan çözünmüştür. Hamlet ansızın “seni bir zamanlar sevmiştim” (i did love you once) diyecektir. Bundan sonra Hamlet’in Ophelia karakterine tutumu zalimce bir saldırıganlığın temellendirdiği ilişki içinde ilerler. Lacan burada düşlemsel ilişkinin sapkın dengesizliğinden bahseder ve düşlemin bölünmüş özneden nesneye doğru devrildiğini yazar. Hamlet bundan sonra Ophelia ile farklı bir konumdan ilişkilenir. Ophelia onun gözünde günah doğuran, günah üreten birine dönüşür sadece. Önceki konumundan indirilmiştir; Hamlet’in yaşamaya mahkum olduğu hayatın referans noktası değildir artık. Bu referans noktasının kaybını nesnenin kaybedilmesi, ortadan kalkması olarak yazabiliriz. Özne, nesneyi tüm varoluşsal gücüyle dışarı atar diyecektir Lacan. Hamlet kendini feda edene kadar da nesnesini bulamayacaktır. İşte burada kaybedilen nesne, Arzu şemasına değinirken de gördüğümüz gibi, İmgesel fallusa eşdeğerdir.
İkinci düzeye, Hamlet’in imgesel yaşamının sembolü olan Ophelia’nın kendisinin Hamlet’in İmgesel fallusuna eşdeğer oluşuyla başlayabiliriz. Çünkü özne fallusu yani arzu nesnesini dışarı atmak durumundadır. Shakespeare “nunnery” kelimesini kullanarak Hamlet’in Ophelia’yı nasıl gördüğünü anlatır bize. Bu kelime hem rahibe manastırı anlamına gelir, hem de genel ev. Lacan Seminerinde şu konuya değinir: Trajedi boyunca Hamlet’in tutumlarında fallusla ve arzu nesnesiyle olan ilişkisi belirir. Hamlet ardından Ophelia’nın bacaklarına kafasını koymak isteyecektir: “Lady, bacağınıza uzanabilir miyim?“
Hamlet’in deliliğiyle hırpalanan Ophelia, eski sevgilisinin yanlışlıkla babasını öldürdüğünü öğrenince, kendini türkülere vurur ve divane gibi dolaşır ortalıkta. Kral ve
kraliçe, Ophelia’nın bu halini beğenmez. Ophelia kendine dair değerini ve sevgilisini kaybetmişken, şimdi bir de babasını yitirmiştir. Tüm bu olanların üzerine Ophelia’nın ölüm haberini kraliçeden dinleriz. Elinde çiçeklerle, zavallı kızcağız nehirde boğulup gitmiştir. Lacan tam bu sırada Ophelia’nın elindeki çiçeklere dikkat çeker. Ophelia kendini boğduğunda elinde dead men’s fingers (ölü adamların parmakları) çiçeği vardır. Söz konusu bitki yani Orchis Mascula (sahlep) adamotu bitki ailesiyle ilişkilidir ve bundan dolayı da oyundaki bu çiçek fallik elementleri işaret eder.
Üçüncü düzeyde, Lacan’ın mezarlık sahnesine dikkat çektiği görülür. Mezarlığın yanında bir savaş verilir şimdi: Bir tarafta Ophelia’nın cansız bedeni, bir tarafta ise Hamlet’in uydurma deliliği. Bir türlü kendi zamanında konumlanamayan Hamlet, nevrotiklere özgü durumuyla, mezarlık sahnesinin ardından yazgısının peşinden koşmaya karar verir. Burada gördüğümüz ölümün ve yasın bedeli olarak kazanılan, Lacan’ın nesne a’sına yeniden bir yazılım mıdır? İmgeselin ve Simgeselin de ötesinde olan ölüm gerçeği, Hamlet’i de aşarak oyuna damgasını vuracaktır.
Lacan’ın XXI. Seminerinde dile getirdiği şu cümle bizim için önemlidir: “Kadınlık, erkeğin kendi yazgısını bulduğu yer haline gelir, tıpkı kadının erkeğin semptomu haline geldiği gibi“.10 Hamlet oyun boyunca annesinin ne istediğini bilmeye çalışmayacak mıdır? Kahramanımız annesindeki kadınsı olanla yüz yüze geldiği her zaman deliliğine sarılmaktadır. Ophelia’nın tarafında da Hamlet için onu bekleyen, kadınlığın açıklamaya direnen tarafı ve ayrıca hem cezbeden hem de tehditkar olan öteki cinsle ilişkisinde kendi öznelliğini arama çabası bulunmaktadır.
Sonuç olarak trajedinin temel kadın karakterlerinden biri olan Ophelia’da, Hamlet tarafından sevilmekten vazgeçişin bıraktığı derin yaraların izlerini görürüz. Kadınlığın, kadın bedenini tümüyle fallik kıldığını söylersek eğer, erkekten farklı olarak kadının kendi narsizmini bulabileceği bir nesne aradığını söyleyebiliriz11. Ancak Hamlet, onu artık bir kadın olarak bile görmez ve onun sevgisini tanımaz. Bu durumda, arkaik ayrılma ve terk edilme düşlemleriyle baş başa kalan Ophelia’nın bedenini, kendisini tümden yitirme isteğinden bahsedebiliriz. Öyle ki, bu yitiriş, babasının ölümüyle birlikte dehşetli bir şekilde gerçekleştirilir. Sonuçta annenin kucağına, karnına yeniden girme ve yeniden fallusu olma düşlemlerini hediye çiçekleriyle birlikte kendini nehre atarak gerçekleştirir Ophelia ve böylelikle Hamlet’in trajedisi onun için sona erer.
*Bu yazı İKÜ Psikoloji Kulübü Bülteni için hazırlanmış olup ardından Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.
Dipnot
* Lacan, J., (1970 – 1971) Le Séminaire Livre XVIII: D’un discours qui ne sera pas un semblant, Le Seuil, Paris, 2007, s. 9-10.
Kaynakça
- 1. Eliot, T.S., “Hamlet”, Selected Prose of T.S. Eliot içinde, Frank Kermode (haz.), Londra, 1919. 1975.
- 2. Lacan, J., (1958 – 1959) Le Séminaire Livre VI. Le désir et son interprétation, version de P. Valas.
- 3. Lacan, J., (1957 – 1958) Le Séminaire Livre V: Les formations de l’inconscient, Le Seuil, Paris, 1998.
- 4. Erşen, Ö., La Substantialite du Sujet de l’inconscient, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, 2004-5, s. 40, USD.
- 5. Siboni, J., “Le Désir est la Métonymie du Manque à Etre”, Centre de Recherce en Psychanalyse et Écritures’de Angoisse et désir adlı kolokyumda sunulmuştur, Paris, 2006.
- 6.Lanneval, M.N., L’OEdipe et la Castration chez Lacan, 2011 (http://www.psyetdroit.eu/wpcontent/uploads/2011/12/MNL-Oedipe-et-castration.pdf).
- 7. Roudinesco, E., (2011) Her Şeye ve Herkese Karşı Lacan, Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 106, Başer N. (çev.).
- 8. Nasio, J.D., (1988) Psikanalizin Yedi Temel Kavramı, İmge Kitabevi, Ankara, 2006, s. 59-72: Soysal Ö. – Erşen M. (çev.).
- 9. Soysal, Ö., “Çevirmenin Öznelliği: Bekleme Odası ve İlk Karşılaşma”, Kültürler Arası Çalışmalar: Ötekinin Sözü içinde, Soysal, Ö. Ve İçellioğlu, S. (haz.), Kültür Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s.77.
- 10. Rose, J., Görme ve Cinsellik (1986), Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s.122, Temiz A.D. (çev.).
- 11. Freud, S., (1925) “Cinsler Arasındaki Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları”, Cinsellik Üzerine içinde, Payel Yayınları, İstanbul, 2011, s. 313 – 333, Kapkın E. (çev.).