Bildiğiniz üzere son zamanlarda, özellikle alanımızda olanları (aslında herkesi) ilgilendiren bir “ruh sağlığı yasası” üzerinde çalışılıyor. Bu yasanın ne zaman biteceği, ne zaman uygulanacağını bilemiyoruz. Yasa taslağında geçen tanımlardan biri olan “Klinik Psikolog” tanımı, daha doğrusu klinik psikolog olma koşulu “klinik psikoloji alanında yüksek lisans ve/veya doktora yapmış olmak ve psikoloji veya psikolojik danışmanlık ve rehberlik (PDR) bölümlerinden mezun olmak” biçiminde belirtilmiş. Elbette yasada tartışılacak birçok taraf var, ancak ben bu yazımda klinik psikolog olmanın bu şartı üzerinde durmak istiyorum. Aslında biraz da soru sormak istiyorum.
Baştan ifade etmek istiyorum ki; anlatmak istediğim şey bölümlerin birbirlerine olan üstünlükleri değil. Vurgulamak istediğim konu her bölümün ne kadar önemli olduğu, sınırların belirlenmesi gerektiği ve bu disiplinlerin yardımlaşmasının önünün açılmasının ruh sağlığı, insanların mutluluğu ve dolayısıyla toplumun huzuru açısından önemidir. Unutmayalım ki, insanlar sorun yaşadığında müdahale edilmesi kadar, insanların sorun yaşamasını önlemek de bir hayli önemlidir.
Bu yazım, bilimsel kaynaklara dayanmadan, bir alanın içerisinde yer edinmeye çalışan, gayet masum bir psikoloji öğrencisinin yorumlarından ibaret olacaktır. Bu yüzden saygı çerçevesi içerisinde hunharca eleştirebileceğinizi belirtmek isterim.
Türkiye’de ne yazık ki aileden komşuluğa, sanattan bilime (bunlar da ne kadar yapılıyor ve önemseniyor tartışılır) ve en çok da mesleklerde herkesin birbirinin işine, alanına ve hayatına karşı tabiri caizse “mütecaviz” bir davranışı benimsediği görülmektedir. Şimdi sosyolojik çözümleme yapmaya çalışmayacağım, o yüzden doğrudan işin meslek-alan kısmına geçmek istiyorum. Saldırıya uğrayan bu alanların başında elbette ki psikoloji geliyor. Kuşkusuz, bunun da en büyük nedeni bir yasasızlık durumudur. Yaşam, ilişki, davranış, zıttırı vıttırı koçlarının, kişisel gelişimcilerin, son enerji bükücülerin, davranış uzmanlarının (!) vb. şerrinden sakındığımız, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde bir de birbirimizin alanına girmeye çalışıyor ve ortada bir uzmanlık alanı bırakmıyoruz. Örnek vermek gerekirse, okula yeni başlayacak çocuklar için televizyonda açıklamalar yapan bir uzmanı araştırdığınızda, kişinin aslında cinsel terapist olduğu çıkabiliyor. Evet doğru okudunuz, bu gözler bunu gördü ve daha neler görecek…
Neyse, gelelim klinik psikolog konusuna. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki, fakültelerde aldığımız eğitim bana kalırsa yalnızca bakış açısı kazandırmaktan ibarettir. Bu bakış açısını da zamanla farkında olmadan alıyoruz ve “psikoloji” okumak bize yalnızca temel bir bakış açısı kazandırıyor. Nasıl ki biyoloji birçok çalışma alanını kapsıyorsa, psikoloji de aynı şekilde birçok alanı kapsamakta ve temel bir bilim öğretme, fikir edindirme ve bakış açısı kazandırmayı amaçlamaktadır. Fazlası ve ilerisi tamamen size aittir. Temel eğitimi bu bakış açısıyla alanların, klinik psikolog bakış açısını daha kolay kazanabileceğini düşünüyorum. Bunun aslında her meslekte aynı olduğu kanaatindeyim.
PDR alanında kazandırılan bakış açısı, daha farklı bir bakış açısı ve direkt uzman yetiştirmeye odaklı bir alandır. Bu uzmanlar profesyonel hayatlarına insanlara mesleki, bireysel ve eğitimsel konularda bir rehber, danışman olarak devam ederler. Yani özetlersek ve çok sade bir biçimde ifade edersek, psikolojik danışmanlar “sağlıklı” kişilere danışmanlık hizmeti vermek, onlara karşılaştıkları zorluklarda profesyonel destek vermektedirler. Ayrıca eğitim kurumlarında öğrencilere de eğitim konusunda danışmanlık ve bilinçlendirme yapmaktadırlar. İşte bu yüzden PDR alanının sınırlarının daha keskin ve daha belirli olduğunu düşünüyorum. Bir şeye ne kadar erken müdahale edilirse o kadar iyidir ve bu erken müdahaleyi yapacakların PDR uzmanları olduğunu düşünüyorum. Eğitim kurumlarındaki PDR departmanlarının tercih listesi hazırlamaktan çok daha önemli görevleri var. Başlıkta da söylediğim gibi herkes herkesin işinde. Sosyoloji, felsefe mezunları ve psikoloji mezunları formasyon alıp, PDR mezunları gibi çalışabilmekte ve bu da danışmanlık hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürümemesine hatta sağlıksız olmasına sebep olmaktadır.
Son olarak anlatmak istediğim “PDR mezunları ne anlar klinik psikolojiden” gibi sığ bir düşünce değil. Tabii ki bölümler arasında benzerlikler var. Tabii ki yukarıda da belirttiğim gibi PDR’nin görev ve sorumluluğu sadece rehber öğretmeni olmak değil. Ancak eğitim alanı ağırlıklı bir bakış açısına sahipler. Bu yüzden de herkesin edindiği bakış açısıyla uzmanlığına devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
*Bu yazı Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.