Toplumun bir üyesi haline gelme süreci ”sosyalleşme” olarak görülür (Wentworth aktaran Ochs, 1986). Sosyalleşme aracılığıyla toplumun değerleri, birey tarafından öğrenilir ve içselleştirilir (Merton; Parsons aktaran Ochs, 1986). G. Herbert Mead, toplumun bireyler üzerindeki etkisinin altını çizerken, bireylerin de toplum içerisinde aktif olarak katılım sağladığını vurgular (aktaran Ochs, 1986). Yani, bireyler seçici olarak değerleri ve bakış açılarını içselleştirir. Bu açıdan bakıldığında toplum ve bireyler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır ve bunun sonucu olarak iki taraf karşılıklı bir şekilde birbirini inşa eder. Bazı fenomenolojistler de (örn., Schutz; Berger ve Luckmann) toplum içerisinde nasıl uygun davranışlar sergileneceği konusunda kuralları içeren mevcut bilgiyi insanların sosyalleşme süreci ile edindiğini belirtir. Daha sonra toplumdan elde edilen bu mevcut bilgi toplum içerisinde kullanılır (aktaran Ochs, 1986).
Sosyalleşme sürecinin başlıca hedefi olarak çocuklar göz önünde bulundurulur. Onlar, sosyokültürel olarak tanımlanmış bağlamlarda diğerleri tarafından aktarılan bilgiyi organize eden aktif katılımcılardır (Schieffelin ve Ochs aktaran Ochs, 1986). Bu durumda aile, sosyalleşme sürecinin başladığı ilk yer olarak dikkate alınabilir. Dil, sosyalleşmenin en önemli boyutudur. Çocuk, hem dil aracılığıyla hem de dili kullanmak için sosyalleşir. Dil aracılığıyla çocuklar, kültürel uygulamaları edinir ve toplumun yetkin bir üyesi haline gelir (Kulick & Schieffelin, 2004). Örneğin Papua Yeni Gine’de Kaluliler, çocukları; yardıma muhtaç, çaresiz ve kırılgan varlıklar olarak görür. Öncelikle çocuklar, anne ve meme anlamına gelen no: ve bo seslerini üretir. Bu sesler, çocuğun başlıca ilişkisinin niteliğini yansıtır. Kalulili anneler, bebekçe konuşma gibi uygulamaları kullanmaz. Bunun yerine çocuklar no: ve bo seslerini üretmeye başlar başlamaz, anneler çocuklarını ”bunun gibi söyle” anlamına gelen a:la:ma kelimesi aracılığıyla sosyalleştirir. Yani, bu kültürde çocuklardan belirli konuşma biçimlerini tekrar etmeleri ve böylece atılgan davranış örüntülerini öğrenmeleri beklenir. Ayrıca Kalulililer, çocukların davranışlarını denetlemek ve yönlendirmek için onları sık sık utandırır ve aşağılar. Böylece çocuklar, Kaluli toplumunun üyeleri haline nasıl geleceklerini öğrenir (Scieffelin aktaran Schieffelin ve Ochs, 1986).
Judith Butler’e göre tüm etkileşimler, potansiyel olarak sosyalleştirici bir nitelik taşır ve farklı tür özneler bu etkileşimler aracılığıyla somutlaştırılır. Ayrıca bu etkileşimlerde özneler, karşılıklı olarak birbirini etkiler. Örneğin anne-çocuk etkileşiminde anne, çocuğu sosyalleştirirken çocuk da anneyi, anne rolü için sosyalleştirir (aktaran Kulick ve Schieffelin, 2004). Yani sadece annenin davranışları, konuşması değil çocuğun da anneye karşı davranışları ve söylemleri önemlidir.
Etkileşimlerin temel bileşeni ise duygulardır. Yapılandırmacılar (constructivism), duyguların kültürel olarak inşa edildiği fikrini savunur. Bu nedenle duyguların anlamları kültürden kültüre göre değişiklik gösterir. Kültür, duyguların deneyimlenmesinde aracı bir role sahiptir (Quinn ve Holland aktaran Lutz ve White, 1986). Levy’nin hypocognized ve hypercognized teorisine göre kültürler, bilinçli bir şekilde belirli duyguları tanımaya eğilimlidir. Yani kültürler, duyguları anlamak ve duygularla baş etmek için şemalar oluşturur. Örneğin Tahiti kültüründe üzüntüyü belirten herhangi bir kelime yoktur, bu nedenle Tahitililer bu duyguyu anlamaz ve genellikle yanlış yorumlar (aktaran Lutz ve White, 1986).
Duygular, kültür ile yapılandırıldığı varsayılan kendiliğin de dili olarak görülür (Heelas ve Lock; Lee; Marsella ve Sabean; Shweder ve LeVine; White ve Kirkpatrick aktaran Lutz ve White, 1986). Duygular, bireyler ve sosyal dünya arasındaki ilişkiyi oluşturur ve şekillendirir. Birey, duyguları aracılığıyla kendiliğini deneyimler ve dünyada belirir (Levy aktaran Lutz ve White, 1986). Herhangi bir sosyalleştirici bağlamda tanınabilir özne olabilme süreci, kültürel olarak tanınan duyguları sergilemeyi gerektirir. Aslında özneler, sosyalleşme süreci aracılığıyla duygularını sergilemeyi alışagelmiş bir tarzda öğrenir. Örneğin Gapun toplumunda, sosyal hayat, öfke tarafından yapılandırılır. Öfke, cinsiyet ayrılığının da önemli bir parçasıdır. Gapun’da kadınlar, bizim kültürümüzün tam tersine öfkelerini ifade etmeye her zaman hazırlardır ancak erkekler öfkelerini toplumun yararı için bastırmak zorundadır (Kullick aktaran Kulick ve Schieffelin, 2004). Bir başka örnek verecek olursam Samoa’da insanlar, halk önünde utandırılmakla korkutularak toplumsal olarak kontrol edilir. Örneğin eğer birisi bir şey çalarsa ve yakalanırsa, o kişi halk ile yüzleştirilir ve daha sonra halk önünde utandırılır. Bir başka deyişle kişilerden halk ile yüzleşmeden korkmaları beklenir ve böylece kişilerin bu tarz davranışlarda bulunmaları engellenmeye çalışılır (Schieffelin aktaran Ochs, 1986).
Çocukların duygusal olarak nasıl sosyalleştiği birçok etnografik çalışmaya konudur. Yapılandırmacılara göre yetişkinlerin söylemi, çocuğun içine gireceği duygusal hayatı yapılandırır. Ayrıca H. Geertz, duygulara sosyal rehberlik edildiğini belirtir. Yani, duygular ve ilişkili durumlar yetişkinler tarafından tanımlanır ve yorumlanır (aktaran Lutz ve White, 1986). Bu durumda aile, çocuk sosyalleşmesinin başladığı ilk yer olduğu için anne ve babanın duyguları ve ilişkili davranışları, çocuğun duygusal olarak sosyalleşmesi sürecinde önemli bir role sahiptir. Çoğunlukla araştırmacılar duygu sosyalleşmesini, korku, öfke ve üzüntü gibi olumsuz duygular açısından çalışmaktadır. Araştırmacılar, çocuğun olumsuz duygularına karşı anne ve babanın verdiği tepkilere odaklanmaktadır. Bazı ebeveynler, çocuklarının olumsuz duygularını kabul ederken ve duygusal destek sağlayarak onları rahatlatırken, bazıları ise bu duyguları görmezden gelebilir ve çocuklarına karşı cezalandırıcı olabilir (Lazarus ve Folkman; Gottman ve ark., aktaran Çorapçı, Aksan, ve Yağmurlu, 2012). Çocukta, duygu sosyalleşmesi sürecinde, anne ve babanın birbirini tamamlayan ve birbiriyle uyumlu tepkiler göstermesi de bir anlam ifade eder. Çünkü çocuğun olumsuz duygusuna karşı anne, destekleyici tepki gösterirken baba, cezalandırıcı bir tutum sergilerse çocuk, o duyguyu nasıl anlamlandıracağı konusunda kafa karışıklığı yaşayabilir (Kılıç, 2014)
Levine, çocuklarda duygu sosyalleşmesinin anlaşılması için ebeveynsel amaçların da dikkate alınması gerektiğini söylemiştir. Bu bilgi ışığında sosyalleştirenlerin amaca yönelik bir biçimde davrandığı söylenebilir. Ebeveynsel amaçlardan biri, çocuğun kültürel değerleri ve normları içselleştirerek toplumun bir üyesi olmasıdır. Bu yüzden çocuklar farklı bağlamların duygusal anlamını bilmek zorundadır. Onlar, ancak bu şekilde kültürel olarak uygun davranışları sergileyebilirler. Örneğin Ifaluk anneleri, çocuklarından “metagu” duygusunu deneyimleyebilme becerisi kazanmalarını bekler. Metagu duygusu, hem çocukların hem de yetişkinlerin kültürel normlardan sapmasını engeller. Ayrıca Ifaluk kültüründe çocuklar, düzenli bir şekilde, doğru zaman ve yerde metagu duygusu deneyimlemezlerse bir başkasının savunulabilir öfkesinin hedefi olurlar (aktaran Lutz, 1983).
Beatrice Whiting’e göre ebeveynler, çocuklarını cinsiyetlerine göre farklı ortamlara atarlar (aktaran Harkness ve Super, 1983). Çocuğun cinsiyetinin, onun duygu sosyalleşmesini etkileyeceğini söylemek yerinde olur. Bazı araştırmacılar da (örn., Parke ve Buriel; Eisenberg ve ark., aktaran Kılıç, 2004) çocukların kültürel cinsiyet normları ile uyumlu bir şekilde duygusal olarak sosyalleştiğini söyler. Örneğin bazı kültürlerde ebeveynler oğullarının öfkesine, kızlarının ise üzüntüsüne daha çok ilgi gösterir.
Sonuç olarak sosyalleşme sürecinde insanlar, toplum tarafından yapılandırılırken aynı anda toplumu yapılandırır. Bu süreç, karşılıklı ve dinamik bir etkileşime dayanır. Sosyalleşmenin birincil hedefi olan çocuklar, özellikle anne ve baba aracılığıyla yetişkinler tarafından yapılandırılmış bir dünyaya giriş yapar. Böylece ailede sosyalleşme süreçleri başlar ve daha sonra okulda başkaları aracılığıyla devam eder. Çocuklar, sosyalleşme sürecinde toplumsal olarak uygun davranışları ve duyguları öğrenerek toplumun bir parçası haline gelirler.
Aslında her ne kadar acımasızca bir yorum olsa da bireyler, toplum fabrikasında toplumun diğer üyeleri tarafından oluşturularak toplum huzuruna çıkarılır ve bu süreçte kendileri de küçüklükten itibaren yapılan içselleştirmeler nedeniyle bu durumu sorgulamaz. Unutulmaması gereken ise bu toplum fabrikasının insanlar tarafından inşa edildiği ve toplumun her üyesinin zaman içinde bu fabrikanın çalışanı olacağıdır.
Kaynakça
- Corapcı, F., Aksan, N., & Yagmurlu, B. (2012). Socialization of Turkish children’s emotions: Do different emotions elicit different responses ? Global Studies of Childhood, 2(2). doi:10.2304/gsch.2012.2.2.106
- Harkness, S. & Super, C. M. (1983). The cultural construction of child development: A framework for the socialization of affect. Ethos, 11(4), 221-231.
- Kılıc, S. (2014). A better understanding of parental emotional socialization behaviors with illustrative context. Journal of Theory and Practice in Education, 10(2), 511-521.
- Kulick, D. & Schieffelin, B. B. (2004). Language socialization. In Duranti, A. (Ed). A Companian to Linguistic Anthropology. (pp. 349-368). New York, Blackwell Publishing Ltd.
- Lutz, C. & White, G. M. (1986). The anthropology of emotions. Annual Review of Anthropology, 15, 405-436.
- Lutz, C. (1983). Ethnopsychology, and development of emotional meaning. Ethos,11(4), 246-262.
- Ochs, E. (1986). Giriş. Schieffelin, BE, & Ochs, E.’de (eds.). Kültürler arası dil sosyalleşmesi. (s. 1-11). New York: Cambridge Üniversitesi Yayınları.
- Schieffelin, B. (1986). Kaluli çocuk etkileşimlerinde alay ve titreme. Schieffelin, BE, & Ochs, E.’de (eds.). Kültürler arası dil sosyalleşmesi. (s. 165-181). New York: Cambridge Üniversitesi Yayınları.