Statü bir anlamıyla kişinin toplumdaki konumunu, diğer anlamıyla, kişinin, başkalarının gözündeki değerini ifade eder. Önem verdiğimiz değerler, zamana, topluma, psikolojimize göre farklılık göstermektedir. Statü sahibi olmak günümüzde daha çok maddi başarı elde etmek anlamındadır. Bazı insanlar bir işi kötü yapan çalışanların düşük maaşla çalışması fikrini savunabilir. Oysa ki, olay sadece para değil çoğunlukla statünün olmamasıdır. Çoğu düşük maaşlı iş, biz sanki yokmuşuz gibi muamele görmemize sebep olur. Örneğin restoranlar zincirlerinin birinde bir kasiyer olarak görev yapan birinin kimse ne düşündüğünü ve ne hissettiğini önemsemez, kişi basit bir görevi yerine getirmeye çalışan makine gibi muamele görür.
Dışlanmaktan ve bunun başkalarının bizi nasıl gördüğünü değiştirmesinden korkuyoruz. Terfi edilmeyeceğiz diye kaygı duyuyoruz. İş arkadaşlarımız ve hatta yakın arkadaşlarımız bizden daha başarılı olacak diye endişeleniyoruz. Toplumda insana statü kazandıran şeyler sürekli olarak değişiyor. Geçmişte insanlar birçok değişik nedenden dolayı yüksek statü ile ödüllendirilirdi. Antik Sparta’da yüksek statü kazanmak için savaşçı, agresif, biseksüel ve düşmanları öldürmekte iyi olmanız gerekiyordu. 18.yy Britaniya’sında yüksek statü için zenginliğe, atlara, görgüye ve dans yeteneğine ihtiyacınız vardı. 21.yy’da ise moda, iş, spor veya hepsine birden ihtiyacınız var. Göründüğü gibi geçmişten bugüne statü kazanmanın yolları değişmiş olsa bile zamandan ve toplumdan bağımsız olarak benzerlikler göstermektedir. Sonuçta iyi davranış görmek, saygı duyulmak ve hatta bir nevi aşk da denebilir.
Günümüzün değerleri olan para, ün ve itibarı elde ederek, sevgiye ulaşmak bize iyi gelebilir. Sevgi, bir başkasının varlığına gösterilen saygı ve duyarlılıktır. Para ve mevki sahibi olmanın adam olmakla, tersinin ise, hiç olmakla eşdeğer olduğu bir zamanda yaşamaktayız. Para sadece maddi rahatlık değil, ilgi, beğeni ve saygıyı da getirmektedir. Kimse, yoksul birinin farkına bile varmaz. İnsanların çok para kazandıktan sonra bile çalışmaya devam etmelerinin nedeni diğer insanlardan gördükleri saygıdır. İskoç filozof Adam Smith paranın bize her şeyden çok statü kazandırdığı için sevildiğinin sonucuna varmıştır. “Bütün bu zahmet ve koşturma ne için? İnsanlar hırslarıyla çılgınca istedikleri güç, zenginlik ve üstünlük arayışlarıyla neyi amaçlıyorlar? Basit ihtiyaçlarını karşılamaya mı çalışıyorlar? Hayır. Düşük maaş bile bunu karşılayabilir. Peki öyleyse neyin peşindeler? İyi muamele görmek, ilgilenilmek, sempatiyle, iyilikle ve onaylanarak karşılanmak.”
Statü sahibi olmayı neden bu kadar çok istiyoruz? Çünkü bizim kendimize olan saygımız, diğerlerinin bize duyduğu saygıyla çok bağlantılıdır. Sanki bu doğuştan gelen bir belirsizlik gibidir. Doğduğumuzdan itibaren kendimize ilişkin düşüncelerimiz, başkalarının yargılarına bağlanmıştır. Başkaları bize değer verdiğinde kendimize olan güvenimiz artar veya umursanmamaktan dolayı da kendimize olan güvenimiz azalır. İdeal bir dünyada yaşayıp, kendi değerimizin farkında olsaydık insanların bizi fark etmemeleri, hor görmeleri vs. ile yok olmaz; iltifat ve sevgileri ile var olmazdık. Amerikan filozofu ve psikoloğu William James bu konuyla ilgili şöyle demiştir “Eğer önümüze çıkan kimse bizi umursamasa bu işkence görmekten daha kötü olurdu.” James 1890`da Hardvard’da “Psikolojinin ilkeleri” kitabını yazarken birçok anlayışı kendini sorguya çekerek elde etmiştir. İnsanlar tarafından sevgi ve saygıyla karşılandığı günlerde kendinin nasıl da değişik hissettiğinin farkına varmış ve aynı şekilde umursanmadığı günlerde de moralinin düştüğünün görmüştür. “Statü sembolleri” terimini kullanan Amerikalı sosyolog Thornstein Veblen 1899’da “Aristokrat sınıfının teorisi” adlı kitabını yazdı. Connecticut’da etraftaki zenginlerin yaşamlarını izlerken, bazı lüks objelerin nasıl da insanlar tarafından sadece statü sembolü olarak kullandıkları onu çok şaşırtmıştı. Bazı giysiler kasıtlı olarak olarak sırf onları giyenlerin çalışmak zorunda olmadığını göstermek için tasarlanmıştı, tabii ki de bu denli pratik olmayan giysiler içinde çalışılmazdı.
Bazen statü bir onur meselesi olur. İnsanlar diğerlerinin kafasında kendileri ile ilgili kabul edilemez düşüncelerin yerleşmesine izin vermektense, bir mermi veya bir bıçakla öldürmeyi veya öldürülmeyi tercih ederler. İnsanlar kendilerini kanıtlamak için, birbirleriyle dövüşmek zorunda kalabilir ve hatta bu ölümcül düellolarla bile sonuçlanabilir. Rönesans İtalya’sında başlaşmış ve I. Dünya savaşına dek sürmüş olan düello geleneği yüz binlerce insanın canına mal olmuştur. Birini düelloya zorlayan sebepler genellikle çok ufak tefek sebepler olmuştur. Örneğin Fransa’da Dük Philippe D’Orleans gözetiminde iki süvari bir Ankara Kedisine sahip olmak için dövüşmüşlerdi. 1878’te Paris’te bir adam diğer bir adamı sırf evine tatsız dediği için öldürdü. Bu statümüzün sadece bizim meselemiz ve bizim kararımız olmasındaki yetersizliğimizi gösterir.
1159’da İngiliz filozofu John of Salisbury “Policratus” adlı kitabında, toplumu insan vücuduna benzetmişti ve bu benzetmeyi doğal eşitsizliği kanıtlamak için yapmıştı. Salisbury’a göre devletin her bir parçası vücudun bir parçasıyla eşleştirilebilirdi. Onun dediğine göre, yönetici kafaydı, akciğerler meclis, mide hazine, eller ordu ve işçi sınıfı da ayakları temsil ediyordu ve özellikle ayak parmakları da köylüleri temsil ediyordu. Bu küçük metaforun ardında toplumda herkesin değişmez bir rolü olduğu inancı yatıyor. Nasıl oluyordu da eski sistemde bazı insanlar güzel odalarda ziyafet verirken, diğer insanlar tarla sürmek zorunda kaldılar ve bunu birilerine sormak imkansızdı. Eski statü sisteminde statünüz ya vardı ya da yoktu. Eğer yoksa, bu durumu değiştirmek için yapacak bir şey de yoktu.
18. yy’ın ortalarından sonra kademeli şekilde statü edinebilmenin diğer yolları türemeye başladı. Milyonlarca insana umut veren ve hayatlarını değiştiren bu yol aynı zamanda insanların hayatlarına kaygılar katan bir yoldu. 19. yy’dan başlayarak Amerika’daki kitapçılar kendi kendini yaratmış kahramanların hikayeleriyle doluydu. Nasıl en kısa yoldan zengin ve mutlu olunur hikayeleri ve tavsiyeleriyle doluydu. Medyanın gelişmesi sıradan Amerikalıların bir gün hayalini kurdukları yüksek statülü hayatlara gerçekten sahip olabileceklerine inanmalarına yardımcı oluyordu. Yeterli kabiliyetle herkes her şeyi başarabilirdi. Zaman geçtikçe bu düşünce daha çok güçlenmeye başladı. Başarmak ve başarısızlık yolunda her kes kendine inanmaya başladı. Herkes kendi gücü ile statü elde edebileceğine inandı. Sonuçta bahsettiğimiz statü endişesi kendini gösterdi.
İnsanlar başarısız olmamak için her şeyi göze alıyor. Arkadaşlarının bile ondan daha başarılı olmasına dayanamıyor ve sonuçta imrenme duygusu kendini belirtiyor. Bazen bu duygunun yanlış tarafına kapılıp kişi kendine zarar verebilir. Peki hissettiğimiz bu imrenme duygusu ile ne yapabiliriz? Eğer biz izin verirsek imrenme bizi yenebilir. Aslında imrenmeyi üretken ve olumlu bir şeye dönüştürmenin yöntemleri vardır.
İlk olarak kendinize uygun, ideal bir yer bulun.
Referans grubunuz kime gıpta edeceğinizi belirleyebilir, ancak unutmayın ki, referans grubunuzu da siz belirleyebilirsiniz. Ekonomist Robert H. Frank şöyle demiştir: “Bloktaki en yoksul kişi olmaktan bıktıysan, ayağa kalk ve daha mütevazı bir mahalleye taşın”. Genellikle olmasa da, statünün öneminin farkındayız, kendimizi kiminle karşılaştırabileceğimizi büyük oranda kontrol edebiliriz; arkadaşlarımızın, komşularımızın ve iş arkadaşlarımızın seçiminde büyük bir rola (dereceye; öneme) sahibiz.
Belirli bir alanda iyi çalışırsanız statü kazanırsınız, ki zaten hangi alana ait olduğunuzu da bulmak kolay bir şey değildir. Rakipleriniz sizi kıskansa bile bu duygu sizi tanımlayan bir alanda daha iyi olmaya motive edecek ve kendinize olan saygınız buna göre büyüyecek.
Bir altkültürde yıldız olun.
İş veya kasaba değiştiremezseniz bile, gelişmekte olan bir altkültür arayarak referans gruplarınızı değiştirebilirsiniz. Size ait olmayan bir kültürde ilgisiz kalmaktan ziyade sizinle aynı kültürde gelişen veya farklı altkültürde ilgi görebilirsiniz.
Büyük bir havuzda şamandıra olmak mı yoksa bir su birikintisi içinde güzelleşmek mi? Toplumda herkesin tanıdığı bir doktor olmayı mı yoksa anonim ve çalışmaları düşük olan hastaneye ortak olan doktor olmayı mı tercih edersiniz?
Statü merdiveninde yıkıcı bir düşüşün yaşanması, referans grubunuzun dışındakiler için anlaşılmaz olabilir. Örneğin, internet film veri tabanında (IMDB) bir film, birinciliği kaybederse, bu onun için yıkıcı bir düşüş olabilir fakat grubun dışındakiler bunu o kadar da önemli kılmazlar.
Karşılaştırmaları azaltın.
Karşılaştırma, mutluluğun önünde büyük engeldir. Kendinizi statü açısından hep sizden daha yüksek birileri ile karşılaştırır kıskanırsanız o zaman kendinize olan güveninizi bir çok açıdan zedelemiş olursunuz. Eski Zen Budist keşiş Josh Baran demiş ki, kıskançlık zehirli bir duygudur çünkü ne olursa olsun – para ya da görünüş ya da şöhret – birisi her zaman sizi geçecektir.
ABD’li iş ve spor adamı Ted Turner’ın serveti bir milyar dolara düştüğünde kendini öldürmek istemişti. Başka bir kişinin gözünden bakarsak Ted Turner’in sahip oldukları nice insanın hayalidir. Ama şundan böyle bir sonuca varabiliriz ki, “Yüksek Durum Eşit Mutluluk Değildir.” O yüzden mutlu olmak için statünün önemli bir role sahip olduğunu savunuyorsak; o zaman doğru yerde, doğru insanlarla olmalıyız. Doğru karşılaştırmalar yapmalıyız…
Kaynakça
Alain, D.B. Statü Endişesi (2005) “Status Anxiety”. (s. 15-18). İstanbul: Sel yayıncılık.
Berk. (2009) “Statü Endisesi”. (https://makalearsivi.wordpress.com sitesinden 11.12.2017 tarihinde alınmıştır.)
C, Flora. (2005) “How to get over status anxiety”. (https://www.psychologytoday.com sitesinden 08.12.2017 tarihinde alınmıştır.)