Stanford Hapishane Deneyi
Zimbardo deneyi olarak da bilinen Stanford Hapishane deneyi, 70’li yıllarda Philip Zimbardo tarafından Stanford Üniversitesinde yapılmış ve insanların sosyal rollere nasıl uyum sağladığı ve uygun ortam oluşturulduğunda ne kadar canileşebildiği test edilmiştir. Deney üniversitenin bodrum katında oluşturulan yapay bir hapishane ortamında gerçekleşir.
Denekler mahkum ve gardiyan olmak üzere ikiye ayrılır. Zimbardo deneklere sadece oynayacakları rolü tanımlamıştır ve deney boyunca deneklerin hiçbir hareketine karışmamıştır. Zimbardo rolü şu şekilde tanımladı:
“Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce…”
Denekler ilk günden rollerine o kadar uyum sağladılar ki ikinci gün mahkumlar tarafından isyan çıktı ve bu isyana dönüt olarak gardiyanlar daha da şiddetlendi. Mahkum rolüne bürünen denekler de düşünülenin çok üstünde psikolojik hasara yol açan deney, gardiyanların üçte birinin ise gerçek boyutlarda sadistik eğilim göstermesinden dolayı yargılanmasına yol açmıştır. Deneyde gardiyanlar kendi rollerini bütünüyle benimser, mahkumlar ise daha uysal ve itaatkar davranır.
Deney 14 gün sürmesi planlandığı halde, 6 günde sonlandırıldı. Çünkü sıradan üniversite öğrencilerinin üstelik tamamen kurgusal bir deneyin parçası oldukları bilincinde olmalarına rağmen birkaç gün içerisinde rollerini tamamen benimseyerek vahşice tutumlar sergileyen gardiyanlara ve günden güne korkaklaşan, uysallaşan mahkumlara dönüşmesi oldukça korkutucuydu.
Bu deneyin ortak sonucu, insanların toplumun onlara yakıştırdığı rolleri farkında olmadan benimsedikleri ve rolün gereğini kontrolsüz boyutlarda yerine getirebildiği olmuştur. Birbirlerinden statü anlamında hiçbir farkı olmayan üniversite öğrencilerini ikiye ayırarak bir gruba ”siz gardiyansınız” diğer gruba ”sizler mahkumsunuz” denildiğinde gardiyanların rollerine bürünmesinden daha acı olan, mahkumların durumu tamamen kabul ederek uysallaşıp, yaşadıkları şiddet ve baskıya boyun eğmeleridir. Ne yazık ki insanlar toplumda ki kimliklerini tamamen toplumun sınırlandırdığı kalıp role büründürür, ve bunu yapmak zorundaymış gibi hisseder.
”Dünyanın en gereksiz, işe yaramaz adamını alın, bir gişe memuru yapın. Kendini önemli biri zannedip, hemen sizi aşağı görecektir” -Dostoyevski
Küçük Albert Deneyi (Klasik Şartlanma)
Davranışçı Psikolog John Watson’ın 8 aylık bir bebeği denek olarak seçtiği deney de ”Korku sonradan edinilen bir refleks mi yoksa doğuştan gelen bir dürtü mü?” sorusuna cevap aranmıştır. Deney için seçilen Albert’e deney başlamadan önce birkaç duygusal test yapılır. Bebeğe beyaz bir fare, tavşan, yanan kağıt parçaları, peluş bebekler, maske gibi ilk kez karşılaşabileceği nesneler, bu nesnelere karşı koşulsuz karşı tepkisi olup olmadığını anlama amacıyla gösterilir ve sonuç olarak minik Albert hiçbir uyarana karşı ”korku” tepkisi göstermez, üstelik gülümser.
Artık deney başlayabilir, Albert üstünde oturduğu yatak hariç hiçbir nesne bulunmayan boş bir odada yalnız bırakılır ve yanına beyaz bir laboratuvar faresi salınır. Albert fareden korkmaz ve üstelik yakalamaya çalışır, dokunmak ister, ve gülümser. Watson bir sonraki aşamaya geçer ve Albert fareye her dokunduğunda iki demir çubuğu birbirine vurarak rahatsız edici sesler çıkarır, bu sesler bebeğin korkup ağlamasına neden olur. Fakat sesler kesilince Albert tekrar fareyle oynamaya başlar, daha sonra Albert fareye her dokunduğunda aynı rahatsız edici ses tekrarlanır. Her dokunmaya çalıştığında aynı sesi duyan 8 aylık bebek fareden kaçarak korku tepkisi göstermeye başlar.
Deney birkaç gün tekrarlanır. Albert artık gördüğü tüylü nesnelerden, demir çubuklarla çıkarılan ses olmamasına rağmen korkmaya başlar. Yani Albert fareye gösterdiği korku tepkisini bütün tüylü objelere genellemiştir. Watson ve asistanı tüylü kostümlerle Albert’in yanına giderek onun tepkisini ölçmeye çalışır ve küçücük bir bebek olan Albert fareye gösterdiği tepkinin aynısını onlara da gösterir, korkar.
Deney korkunun sonradan edinilen bir refleks olduğuna dair sağlam bir örnek niteliğinde olsa da, ahlaki değerlerle kesinlikle örtüşmez. Üstelik Watson ve asistanı daha sonra çalıştıkları hastaneden ayrılır, ve Albert’e tedavi için yardımcı olmaz. Bence bu deneyde Albert sadece bir denek değil, deneyin hiçbir koşul ve sürecinden haberdar olamayacak kadar küçük masum bir kurbandır.
Albert’e sonradan ne olduğu hala net olarak bilinmiyor fakat bazı kaynaklar, 7 yaşında beyinde su toplanması nedeniyle öldüğünü, bazı kaynaklar ise 50-60 yaşlarına kadar yaşadığını ve hayatı boyunca tüylü objelerden korktuğunu söyler.