Sevgi, insan doğasının duygulanımlarında değer verilen, hoşa giden, hem eylemsel hem de sözel olarak kodlanan, beyin gelişimini artı olarak destekleyen bir deneyimdir. Bu tanımlamadan sonra esas olan konumuz, bu duygunun kendi birikim ve gözlemlerime dayanarak günümüzde yaşanış biçimini ele almak olacaktır. Bugünlerde gördüğüm ve duyduğum sevgi anlayışlarından bahsetmek ve bir psikolog gözüyle eleştirmek istiyorum. Hepimizin üzerine düşündüğü, çok basit bir soru gibi görünen ancak çok önemli bir soru olan: “Sevgi tam olarak nedir? ” sorusu…
İnsan ilişkileri içerisinde, sevginin sözel ve eylemsel kısmı yanlış kodlanabiliyor fakat ilişkinin içerisinde olan insanlar bunu böyle algılamıyorlar, değerlendirmeleri de doğal olarak objektif temelden uzaklaşıyor. Çünkü insanlar, aşina olduğu ilişki tarzlarını, cinsiyetler arasındaki ayrım, kültürel olarak duyguların anlamlandırılış biçimi, cinsiyetler arası görev paylaşımları gibi bir sürü değişkenin bir arada olduğu haliyle özümsüyorlar. İnsan özgürlüğüne ve yaşadığı sevgi biçimlerine saygı duymama rağmen yaşanan bazı sevgi biçimlerinin ruh sağlığımız üzerinde olumlu etkisinden çok toksik etkisinin olduğunu da sizinle paylaşmalıyım. “Sevgi nedir?” diye sorduğumda duyduğum birkaç cümleyi paylaşmak istiyorum.
”Beni sevdiği için evden çıkmamı istemiyor, sevmese zaten evden çıkmam umurunda olmazdı.”
”Bana bağlı asla sözümden çıkmaz.”
”Sevmese öyle demez aslında…”
Fark ettiğim şey, insanların çoğunluğunun içinde yaşadıkları toplumsal düzenlere ve kültüre göre sevgi anlayışlarını doğru veya yanlış olarak muhakeme etmeden, sorgulamadan şekillendirdikleridir. Kendileri farkında olmasalar bile yaparlar bunu; çünkü çok küçük yaşlardan itibaren ilişkiler hakkında normlarımız da gelişmeye başlar. Sevgi dediğimiz kavram bireyin özgürlüğünü kısıtlayan, karşısındaki insanın kişiliğinde çok temel değişimler talep eden bir ilişki şekli değildir.
Aynı kişilere açık biçimde “Özgürlük senin için önemli mi?” diye sorduğumuzda büyük bir çoğunluk özgürlüğünü fanatik bir şekilde savunuyor ve özgürlüğüne karşı açık ve bilinçli ufak bir dayatılmada bulunulduğu zaman karşı koymaları da gecikmiyor. Özgürlük gibi bir kavrama bilinçli bir şekilde yapılan dayatmalara herkes ayaklanabilir elbette fakat bir başkası tarafından yönetilmek, onun kararlarına bağlı kalmak da aslında aile yaşantılarımızdan bu yana bize kazandırılmış bir şey. Dolayısıyla sevgiyi yaşayış biçimimiz biraz da yaşam tarzımızın eseri oluyor. Sorduğumda özgürlüğü savunan bir çoğunluk gördüm ama gizliden gizliye bir başkası tarafından yönetilmekten, sorumluluğu bir şekilde başka birine atmaktan, stresten uzak kalıp o güvenli geçmiş sığınaklarına geri dönmekten de hoşlanan bir profil var karşımızda. Daha da derine inilebilir ve ayrıntılı çözümlemeler yapılabilir; ancak burada görmemiz gereken bir şey daha var. Bir şekilde birbirlerine bağlı olan bu sistemler, sosyal yaşantı deneyimlerimiz de sevginin bu halinin normal olduğunu bize hissettiriyor. Doğru olan buymuş gibi hissettiğimizde de inanıp koşulsuz bir şekilde kabul ediyoruz. Bize gerekli olan daha çok sorgulamadır.
Bu ilişki içerisinde duygu ve düşüncelerinizi araştırdığınızda öz saygınızın azaldığını, engellenmeler sonucunda karşınızdaki insana sevgiden çok nefret duyduğunuzu ve sizin de onu engellemeye hakkınız olduğunu sonucuna varabilirsiniz. Bu gibi sonuçlar da ruh sağlığınız üzerinde çeşitli problemlere yol açabilir.
Biraz daha sevgiyi sorgularsanız. Sizin siz olma özelliğine karışmadığını, sizi bir eşya olarak kullanmayıp bir insan olarak değerlerinize saygı duyan tarafını görebilirsiniz. Abartılı bir kıskançlığa maruz kalmadan psikolojik şiddete uğramadan sevildiğinizi bilmek, kararlarınıza saygı duyulması, fiziksel özelliklerinizin ve eşyalarınızın sizden izinsiz karıştırılmasının konu olmadığı karşılıklı bir sevgi ilişkisinde mutlu olmanız dileğiyle…
*Bu yazı Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.