Psikanaliz Çerçevesinden Ölüm Kavramı

Ölüm birçok kişi için gizemli görülen, reddedilen ve belirsizlik içeren bir olgudur. Freud, Lacan ve Jung'a göre ölüm kavramı...

Psikolojide Ölüm

Ölüm birçok kişi için gizemli görülen, reddedilen ve belirsizlik içeren bir olgudur. Ölümün içerdiği belirsizlik ise yarattığı kaygının ana nedenidir. Psikoloji alanı, ölüm kavramını özellikle 1950’li yıllarda araştırmış ve yeniden keşfetmeye çalışmıştır. Ölüm, tek bir alanın açıklığa kavuşturamayacağı kadar karmaşık olsa da psikoloji, ölümün yaşama olan hizmetine dair anlayışımızın gelişmesine yardımcı olmuştur.

Freud’a Göre Ölüm Kavramı

Freud; hayatta kalma içgüdüleri, dürtüler, psişik dinamikler konularında yaptığı açıklamaların yetersiz kaldığını fark edince yaşamı destekleyen içgüdülerle birlikte ölüm içgüdüsünün de olması gerektiğini öne sürmüştür. Freud, ölüm karşısında egosu zedelenen bireyin bu zedelenmeye karşılık olarak çocuk sahibi olma cevabını verdiğini ve bu şekilde hayatta kalmayı garantileme çabasına girdiğini iddia etmiştir. Ayrıca Freud, ölümü deneyimleyemediğimiz ve hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olamadığımız için herkesin bilinçdışında ölümsüz olduğuna inandığını savunmuştur (Freud, 1915). Bu görüş, psikanalizde derin bir etki yaratmıştır ve Freud’un takipçileri de bu görüşten oldukça yararlanmışlardır.

Bu görüş sonucunda birçok psikanalist ölüm korkusunun ve kaygısının altında başka bir kaygı yattığına inanmıştır. Freud, ölüm hakkındaki tüm bu görüş ve iddialarını paylaşırken zaman zaman biyolojiden de yararlanmıştır. Maddelerin ilk hallerindeki cansız formlarına dönme eğilimlerinin olduğunu ve içgüdülerin de ilk hallerine dönmeye çalıştıklarını vurgulamıştır. Nihayetinde; yaşam dinamikleri bir araya getirmeye, daha büyük şeyler üretmeye çalışırlarken ölüm içgüdüleri bu yapıları kırmaya, parçalamaya ve küçültmeye yöneliktir. Bu iki dinamik türünün arasındaki çatışma ise hayatın dinamiğidir.

Freud, daha sonraki açıklamalarında agresyon ve ölüm içgüdüsü arasında bağlantı kurmaya başlar. Agresyonu, ölüm içgüdüsünün dışavurumu olarak nitelendirmiştir. Yaşamak için yemek yememizi, kendimizi korumak için gerektiği zamanlarda kas gücümüzü kullanmamızı da ölüm içgüdüsünün birer yanıtı olarak sunmuştur (Freud, 1920).

İlerleyen yıllarda Freud bu görüşünü oldukça farklı bir bakış açısıyla tekrar değerlendirmiştir. Ölüm kaygısının aslında olmadığını, hadım edilme korkusunun bir sonucu olarak ortaya çıktığını savunmuştur. Freud’un bu görüşü de diğer görüşleri gibi psikanaliz camiasında çok kez tartışılmış ve üzerine birçok farklı fikir geliştirilmiştir.

Özetle Freud, ölüm üzerine olan fikirlerini farklı bakış açılarıyla sunmuş ve psikanalitik çerçeveye oturtmuştur.

Lacan’a Göre Ölüm Kavramı

Jacques Lacan ‘ölüm’ kavramını kendine ait terimleriyle ilişkilendirerek açıklamıştır. Lacan’a göre ölüm, insanoğlunun en büyük fantezisidir. Bu fanteziyi ise kendisine ait bir terim olan ‘arzu nesnesi(objet petit a)’ ile ilişkilendirir. Arzu nesnesi, kişinin kafasında mükemmelleştirdiği, hayatı boyunca ulaşmaya çalıştığı hayali bir nesnedir. Lacan’ın bu görüşünde kullandığı diğer terimi ise Fransızca da ‘zevk’ anlamına gelen ‘jouissance’ kelimesidir. Jouissance; Lacan’a göre, acıdaki zevk ya da zevkteki acı olarak tanımlanmıştır. İnsanlar, ömürleri boyunca mükemmeli yani arzu nesnesini elde etmeye çalışırlarken kendilerini zorlarlar. Kapasitelerini zorlayıp zihinlerinde yarattıkları ‘mükemmel’e ulaşmaya çalıştıkları bir yolculuğa çıkarlar ve bu yolculukta acı ve zevk eşlik eder. Daha fazla acı çektikçe arzu nesnesine daha çok yaklaştıklarını hissetseler de arzu nesnesine hiçbir zaman ulaşamazlar çünkü arzu nesnesinin gerçekçiliği yoktur. Ona ulaşmanın yollarından biri onu yok etmektir. Diğer bir ihtimal; arzu nesnesinin kişinin ta kendisi olmasıdır. Her iki ihtimal de ölüm itkisine yol açar (Evans, 2006).

Freud’un bahsettiği ölüm içgüdüsüne karşılık ölüm itkisinin olduğu savunulur. Ölüm itkisi, kendimize zarar vermemizin ve en sonunda yok olmamızın sebebidir. Ölüm itkisi teriminin hayata yansımaları oldukça çoktur ancak genellikle bunun farkında olunmamaktadır. Bunun sonucunda, kişi kendine zarar verebildiği gibi karşısındakine de zarar verebilmektedir. Lacan’a göre hepimizin aşina olduğu saldırganlık bile aslında kendimize veremediğimiz zararı karşı tarafa vermeye çalışmamızdan kaynaklıdır. Bunun altında yatan en büyük etken memnuniyetsizliktir. Bir şey kişiyi tatmin etmediği takdirde ortaya ölüm dürtüsü çıkar. Kişi, bunu bir savunma mekanizmasıyla karşı tarafa saldırarak dışa vurur (Karataş, 2020).

Özetle, Lacan’a göre, insanlar kendilerine farklı bir fantezi, farklı bir arzu nesnesi seçse bile bu fanteziyi gerçekleştirdiğinde ya da gerçekleştirmesinin imkansız olduğunu fark ettiğinde de durum hep ölüm dürtüsünün başarısıyla sonuçlanır. Bu yüzden her ne kadar fark edilmese de arzu nesnemizden yaşam içgüdümüz sayesinde kaçarız. İçten içe en büyük fantezimizi gerçekleştirmek istemeyiz. İstediğimiz takdirde ise ölüm içgüdümüzle onu kovalarız.

Carl Gustav Jung’a Göre Ölüm Kavramı

Jung, Freud’un ölüm içgüdüsü kavramını kabul etmez. Jung’a göre ölüm çok daha manevi bir kavramdır. Jung, manevi hayata işaret eden farklı bir içgüdü olduğunu savunmuştur. Bununla birlikte insanın ölüme olan istek ve özlemini ana rahmindeki rahatlığa, huzurlu hayata dönüş olarak ifade etmiştir. Bir diğer yandan Jung, ölüm korkusu yaşayanların ise aslında yaşamaktan korktuklarını söylemiştir. Yaşama yeterince uyum sağlayamamış kişilerin, yaşamlarının herhangi bir noktasında geçmişe takılı kalmış kişilerin ‘yaşama korkusu’ yaşadıklarını yinelemiştir (Jung, 1939).

Bununla birlikte Jung’ göre bu korku bilinçdışında gelişir. Gelişmesinin ana nedeni ise yitip giden gençliğin geri gelemeyecek olması ve bunun verdiği sıkıntı halidir. Jung’un ölüm üzerine yaptığı konuşmalarda bahsettiği bir diğer terim ise ‘ölümsüzlük arzusu’dur. Jung, ölümsüzlük arzusu için şöyle demiştir:

“İnsanların büyük bir çoğunluğu, her zaman hayatın devamlılığına inanma ihtiyacı duydular. Hayatın, ölümü aştığını düşündüğümüz zaman, bu düşüncenin anlamı bizden kaçıp kurtulsa, aklımızda tam olarak kavrayamasak bile yine de hayatın anlamı içinde hareket ediyoruz. Ölüm ötesi bir hayata inanmak insan için kaçınılmaz, zorlayıcı bir durumdur. Çünkü bu düşünce ve inanç kollektif şuuraltının arketiplerinden birisidir (Jung, 1960, s. 241.).

Kaynakça
  • Freud, S.(1915). Thoughts for the Times on War and Death. Hogarth Press.
  • Freud, S. (1920). Haz ilkesinin ötesinde (A. Babaoğlu, çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
  • Evans, D. (2006). An introductory dictionary of Lacanian psychoanalysis. Routledge.
  • Karataş, M. (2020). İnsanoğlunun En Büyük Fantezisi; Ölüm. https://www.perspectivedergisi.com/single-post/i̇nsanoğlunun-en-büyük-fantezisi-ölüm
  • Jung, J, G. (1939). Phonomenes Occultes (fr. Çev. E. Godet-Y. Le Lay), Aubier.
  • Jung, C.G. (1960). Problem es de L’Ame Moderne (fr. Çev., Yves Le Lay). Corrca.

*Bu yazı Psikoloji Ağı editörlerinden İlayda Çalışkan tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlenmiştir.

Bir yorum yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir