Narayama Türküsü: Imamura’nın Başyapıtı

Narayama Türküsü, Imamura’nın nefes kesen filmlerinin başında gelir. Japon sinemasının yıldızı olan film, Altın Palmiye de kazanmaya hak kazanmıştır.

Yeni Dalga Japon sineması 1950’lerden 70’lere uzanan politik öğrenci hareketlerinin önemli bir ayağını oluşturan dönem sineması anlayışını ifade eder. Yeni dalga sinemasını şekillendiren en önemli fark; eski yönetmenlerin uyumu ön plana çıkaran anlayışının tersine yeni dalga yönetmenlerin özgürlük, yoksulluk, adaletsizlik gibi mevzulara getirdikleri özgün anlayıştır. Bu konuda Shohei Imamura’nın Japon sinemasında kendine has bir yeri vardır. Hatta öyle ki, Imamura Japon toplum yapısının aşağıladığı kadınların ayaklanmasının sinemadaki sesi olan yönetmen olarak da bilinir. Ona göre kadınlar, erkeklere göre daha ilginç oldukları kadar daha güçlüdürler de. Imamura, filmlerinde otoriteye karşı gelişin simgelerini ön plana çıkarır. Yönetmen büyük siyasal ve ahlaksal bunalımda olan ülkesinin yansımalarına mizahi, fantastik açıdan odaklanırken öte taraftan ülkesine büyük eleştiriler de getirir. Filmlerinde Japon geleneklerinin trajik yönlerine odaklanır ve izleyiciye geleneklerin çarpıcılığını hissettirir.

Japon sinemasında Yeni Dalga akımıyla adı bütünleşmiş olan yönetmen, kendisini bir kültürel antropolog olarak gördüğünü söyler. Belli ki, savaş sonrası çalkantılı bir dönemde sinemaya atılmasının da bunda büyük bir etkisi vardır. Şöyle der Imamura; “İnsan bedeninin ve sosyal yapının alt tarafının ilişkileriyle ilgiliyim… Kendime ‘İnsanı diğer hayvanlardan ayrıştıran nedir?’ diye soruyorum. İnsan nedir? Yanıtı film yapmayı sürdürerek arıyorum.”

Yönetmenin insanı diğer hayvanlardan ayıran şeyin ne olduğuna dair merakı, filmlerine yansımakla kalmamış onu belgesel çekmeye de yönelten temel güdü olmuştur. Özelikle kırsal topluluk yaşantısına odaklandığı Narayama Türküsü (The Ballad of Narayama, 1983) filmi, adeta Imamura’nın bu problemini yansıtır. Film bir tür belgesel gibidir. Imamura tüm insan doğasını bizlere yansıtmaya çalışır. Filmde insan cinselliğinin, yemek yemenin olduğu sahnelerin ardından, aynı fizyolojik gereksinimler hayvan aleminden seçilerek art arda gösterilir. Kırsal kesim yaşantısının doğadaki diğer canlılarınkine olan benzerliği film boyunca dikkat çeker. Imamura cinsellik, açlık, yaşam mücadelesi gibi birçok güdüyü doğrudan, tüm çıplaklığıyla yansıtarak bizlere kafasındaki problemi bizzat hissettirir.

Filmin Yeni Dönem Japon Sinemasındaki Yeri

Shohei Imamura’nın yönetmenliğini üstlendiği, 1983 yapımı Narayama Türküsü filmi, nefes kesici sahneleriyle dikkat çeker. Film, yönetmene Altın Palmiye kazandıran iki filmden biridir(diğeri Yılan Balığı, aynı yönetmenin 1997 yapımı filmi). Filmin esas konusu, 19.yüzyıl Japonya’sında yaşayan kırsal kesimdeki insanların Obasute ya da Ubasuteyama denen ilginç gelenekleri etrafında şekillenir. Bu gelenek, 70 yaşına gelmiş olan yaşlı bireylerin Narayama Dağı’na çocuklarının sırtında taşınmasını ve orada açlık ve ölüme terk edilmesini gerektirir. Bu zorunlu gelenek, filmdeki başrollerden anne Orin-su ve onu dağa götürmekle sorumlu olan oğul Tatsuhei arasında gerginlikler yaratır. Bunun yanında her iki karaktere de film boyunca zor sorumluluklar yüklediğini de görürüz.

Film, annenin Narayama Dağı’na gitmeden önce yapmak istediklerini konu alır. Kalan zamanı boyunca ailesinin daha iyi bir hayat yaşaması için yaptığı fedakarlıklar etrafında şekillenir. Oğulları ve torunları için kendisinden beklenen annelik görevini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır Orin-su. Yaşlı anne Orin’in gösterdiği bu çaba, Imamura’nın Yeni Dalga Japon sinemasının kadını, gençleri ve çocukları işleyen temalardır. Bu temalar onları anlamaya çalışan anlayışını benimsediğini gösterir.

Dikkat! Yazı devamında spoiler içerir.

İnsan-Doğa İlişkisini İşleyiş

Film aynı zamanda barındırdığı hayvansı güdülerle de dikkat çeker. Imamura sanki hayvan ve insan kavramlarına dair kafasındaki tüm problemleri bize anlatmak ister gibidir. Film boyunca insan doğasında baskın gelen cinsel güdüler birçok defa gösterilmiştir (Bkz.: Evrimsel Psikoloji Eş Seçimlerimiz Hakkında Ne Diyor?). Cinsellik ve doğal doğum kontrolü arayışı filmde en dikkat çeken unsurlardır. Erkek çocuklarının, hanedeki kişi sayısına göre ölüme terk edilmesi, buna karşılık kız çocuklarının ise gerektiğinde tuz karşılığında satılabilmesi köydeki en kanıksanmış toplumsal normlardır. Bu normlar bununla da bitmez, açlıkla mücadele etmek için gruplar halinde mücadele etmeye kadar varır.

Filmdeki en temel baskın güdü ‘açlığı giderme‘ güdüsüdür. Filmde birçok toplumsal norm da bunun üzerine şekillenmiştir. Filmde 70 yaşına gelen, “verimsiz”, “işe yaramayan” yaşlılar Narayama Dağı’na bırakılır. Bu gelenek de açlıkla mücadele sürecinde şekillenmiş bir gelenektir. Yine açlık güdüsü etrafında şekillenen bir başka toplumsal norm ise yiyecek hırsızlarının ölümle cezalandırılmasıdır. Bu bakımdan filmde hırsızlıkla geçinen Amaya ailesinin, köylülerin dayanışması sonucu, küçük-büyük ayırt edilmeden diri diri bir çukura gömülmeleri filmdeki en tüyler ürpertici sahnedir kuşkusuz. Bu sahnenin diğer bir işaret ettiği nokta ise, evrimsel açıdan tartışılagelen toplumsal uyum/bireysel uyum tartışmasıdır. Bu sahnede bireysel çıkarları en yüksek düzeye çıkarmak için yapılan ortaklaşa hareket etme sürecini görüyoruz (Bkz. :Kötülük Davranışına Evrimsel Yaklaşım).

İnsanlar kültürü, belli ki, toplumdaki refahı sağlamak adına ürettikleri çözümlerle yaratıyorlar. Amaya ailesinin diri diri gömülme sahnesi sadece evrimsel açıdan uyum problemi çerçevesinden birçok şey anlatmakla kalmaz. Aynı zamanda sosyal uyuma da işaret eder. Tatsuhei tek başınayken aslında hiç istememesine rağmen, sonrasında grupla kaynaşınca bu olayın üstesinden kolayca gelebilir. Imamura, bu sahnelerle, filmde hayvansı tüm güdülerimizi gözler önüne sermiştir.

Geleneksel Olanın Doğuşu

Film, Japon kırsalındaki Obasute/Ubasuteyama denilen ilginç bir geleneğe vurgu yapmasıyla dikkat çekmiştir. Hatta, söylenene göre bu gelenek, zamanında Japonya’ya gitmiş olan Albert Einstein’ı da etkilemiş bir gelenektir. Filmi şekillendiren tüm bu tuhaf normların kökeni, kıtlık şartlarındaki toplumun açlıkla mücadelesiyle şekillenmiş ritüellerdir. Gün boyunca çalışıp üretme, yaşlıları ölüme terk etme, yemek hırsızlarını öldürme, fazla erkek çocuklarını öldürme… En önemlisi ise kız çocuklarını tuz karşılığında satma… Tüm bu ritüellerin ortak noktası açlığa karşı var olma mücadelesi etrafında şekillenmiştir.

Filmin ana karakteri olan anne Orin-su, bilge, akıllı ve tecrübelidir. Aynı zamanda kendi yaşıtlarına göre oldukça dinç bir kadındır. Eşi ise yıllardır kayıptır. Çünkü köyün geleneklerine uyup annesini dağa çıkaramadığı için zayıf olarak damgalanmış ve köyden kaçmıştır. Orin-su ise kocasının aksine içinde yaşadığı toplumdaki geleneklere bağlı ve mistik yönü kuvvetli bir kadındır. O, Narayama’ nın ruhuna en içten duygularıyla inanmaktadır. Hatta 70’ine gelip de hala dişleri dökülmediği için kendisini kötü hisseder. Bu yüzden dağa çıkmak için dişlerini kendi kırar. Orin-su’ nun dişini kırdığı sahne birçok izleyiciyi en fazla etkileyen sahnelerdendir. Artık ailesine bir yük olarak görür kendisini ve bunu yapmak zorunda hisseder.

Film boyunca, Imamura, çok farklı karakterler ile bizlere türlü mizaçlar sunar. Tatsuhei, ailenin en büyük oğludur. Birçok açıdan da babasına benzediği için annesi tarafından sıklıkla azarlanır. Gelenekler herkese olduğu gibi ona da tolerans tanımaz ve mizacına bakmaksızın aynı sorumlulukları yükler. Film boyunca Tatsuhei’nin bu sorumluluklarla başa çıkma çabasını görürüz. Orin-su’nun dağa çıkmadan önce, dul Tatsuhei için yapmak istediği tek şey ona iyi bir eş bulmaktır. Ki sonunda tam istediği gibi bir gelini bulur. Komşu köyden gelen Tamayan, Orin’in ölmeden önce en çok güvendiği, tüm engin bilgilerini paylaştığı kişidir. Orin gittikten sonra Tamayan tüm evin sorumluluğunu üstlenen kadın olacaktır.

Orin-su’nun diğer oğlu Risuke ise ağabeyinden oldukça farklı biridir. Hiç yıkanmaz, koktuğu için dışlanır. Kimse onunla birlikte olmak istemediğinden hayvanlarla cinsel ilişki yaşar. Orin-su dağa gitmeden önce, herkes gibi oğlu Risuke’yi de mutlu etmek ister. Bu yüzden toplumdan gizli en yakın arkadaşından Risuke ile birlikte olmasını ister.

Filmin Eleştirisi

Film boyunca Orin-su’nun yaptığı fedakarlıkların tümü çok duygusaldır. Film, bazı eleştirmenlerce ya da izleyiciler tarafından 1958 yapımı orijinal eserin uyarlaması olması açısından karşılaştırılmıştır. Imamura’nın daha eksik bir film yaptığına dair eleştiri almasına neden olmuştur. Aynı zamanda izleyicilerin yaptığı çoğu eleştiri Orin-su’nun annelik ve fedakarlık davranışlarıyla özdeşleştirilmesinden dolayı gelmiştir. Bu noktada filmi günümüz modern şartlarına göre değerlendirmememiz gerektiğini hatırlamak gerek. Benim açımdan Imamura, kendine has yorumuyla Altın Palmiye’yi kazanmayı hak etmiş ve kendine has yönetmenliğini en iyi şekilde yansıtan eserlerden birini ortaya koymuştur. Imamura bu filminde insan cinselliğine ve kırsal yaşamın en derinlerine inmeyi başarmış. Bizi de o kültürel inşayı anlamaya davet etmiştir.

Kaynakça

Japonya Tarihine Kısa Bir Bakış ve  Erken Dönem Japon Sineması. Eren Yüksel. Erişim adresi: https://acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=140196

Ubasuteyama, Erişim adresi: https://web.archive.org/web/20080227205347/http://en.wikipedia.org/wiki/Ubasuteyama

Tekinsoy, R. (2005). Sinema Tarihi, 538-540.

*Bu yazı Psikoloji Ağı editörlerinden Yasemin Aksöz tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.

Bir yorum yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir