Yetişkinler çocuklarına hayatını paylaşacağı bir kardeşinin olacağını söylediklerinde, onun bu durumu bir peri masalı gibi yaşayamayacağını anlamıyorlar.
Diyelim ki;
“bir gün çok sevdiğiniz eşiniz eve hiç tanımadığınız biriyle geldi. Eve getirdiği yeni kişinin bundan sonra sizinle yaşayacağını düşünün. Sizi eskisi kadar yine sevdiğini söylemesine rağmen zamanının çoğunu onunla geçirirse ya da kalbinin ikinize de yeteceğini söylerse ne yaparsınız? Hayatınıza yeni gelen bu kişi hakkında nasıl düşünürdünüz? Onu eşinizle paylaşmak ister miydiniz ve onu kıskanır mıydınız?”
Çocuklar, anne babalarını herkesten kıskanırlar ve onları kimseyle paylaşmak istemezler. Çocuğun kıskançlığı hamilelik aşamasında başlar. Anne hamileliğin vermiş olduğu yorgunlukla çocuğuyla eskisi kadar ilgilenemez. Aileye yeni bir kardeş katıldığında da çocuk artık sevilmediği hissine kapılır. Anne babasını yeni doğan kardeşiyle paylaşmak zorunda olması gerçek iç dünyasında farklı duygular yaşamasına neden olur. Anne ve babanın ilgi ve sevgisinin bölünmesi onu derinden sarsar ve bu durum davranışlarına yansır. Çocuğun kardeşini kıskanması bir sorun olarak algılansa da aslında onların anne babalarını çok sevmelerinden kaynaklanan normal bir duygudur. Çocuğun yeni kardeşi kıskanması ve ondan kurtulmak istemesi kötü kalpli olduğunu göstermez. Freud içgüdüleri ikiye ayırmıştı:
1) Yaşam içgüdüsü (Eros)
2) Ölüm içgüdüsü (Thanatos)
Bizim büyük kardeşte aslında Eros’u yaşıyor. Bu onun için bir hayatta kalma sorunudur.
İnsanoğlu doğumdan sonra diğer hayvan yavrularının aksine kendisiyle ilgilenilmez, bakımı yapılmaz ve yalnız bırakılırsa birkaç gün içinde ölür gider. İnsan yavrusu bir yetişkinin bakımına ihtiyaç duyar. Bebek daha yeni doğmuşken yetişkini sahiplenir, ona ihtiyacının olduğunu bilir ve ondan ayrı kalmak istemez. Bu yetişkini elinden almak isteyen ya da paylaşmaya çalışan olursa, onu kendine bir tehlike olarak görecektir.
Büyük kardeş, yeni kardeşin küçüklüğü karşısında şaşkınlık yaşar, ona dokunmak ister, anne baba belli etmese de büyüğü bebeğe her dokunduğunda ona zarar verecek diye korkarlar. Onu uyarırlar. Büyük kardeş şöyle düşünür “Demek çok değerli bu bebek, ona bu kadar özen gösterildiğine göre!” Sonra çocuğa “Ee artık ağabey/abla oldun.” denir. Çocuk kendinin büyük yerine konulduğunu hisseder. Oysa o buna hiç hevesli değildir. O zaman bir çözüm belirir: Dikkatleri üzerine çekmek için kardeşi gibi bebek olmak. Artık kendisi de biberondan süt içmek, emzik emmek, kucakta taşınmak ister. Fakat bu çözüm geçicidir. Çoğu çocuğun böyle davranarak özerklik dönemine geçişin sağladığı bazı keyifleri kaçırdığını anlaması uzun sürmez. Büyükler küçükleri kıskanır ama akla az gelse de küçükler de büyükleri kıskanır. Küçük ayakta duramazken büyük kardeşinin koştuğunu, yürümeye daha yeni alıştığında yine onun ağaçlara tırmandığını görmek kendisi içinde kolay değildir.
Kıskançlığı alevlendirmek için kardeşler arasında kusursuz bir eşitlik sağlamaya çalışmak ve ya bebekle kendisinden daha az ilgileniyormuş yalanını söylemek ya da göstermek gibisi yok. Ayrıca anne babanın bu suçluluk duygusunu ve kaygısı gördükçe çocuklarda anneye ve babaya güvensizlik oluşur. Çocuklar bu noktada anne babalarının suçluluk duygusunu görürler ve yalanlarına kolayca inanmazlar. Bu durumun farkında olan bazı anne babalar danışmanlığa gidip sorunlarını halletmeye çalışırlar. Fakat bazıları çocuklarında bir sorunun olacağı fikrini reddederler ve çocuklarıyla ilişkilerini onarmaya çalışırlar. Çocuğu hediyelere boğarlar ya da tüm kaprislerine boyun eğerler. Her şey yolundaymış gibi davranırlar.
Kıskançlık çocuğun ileri doğru yol almasını sağlar yani başarma arzusunun kökünde kıskançlık yatar. Bu kıskançlık eğer yıkıcı hale geliyorsa yerini patolojik kıskançlığa bırakır. Normal bir kıskançlığın bu şekle dönüşmesini engellemek için durumu kabul etmek ve katlanmak gerek. Çocuğa şu mesaj verilmelidir: “Haklısın ben adil davranmıyorum ama dünya her zaman adil değil ve sen bunu öğrenmelisin”
Yeni gelen kardeşe büyük kardeşe duyulan sevgiyi paylaşmamalı ve ona ait olan yeni bir sevgi verilmelidir. Çünkü her çocuğun beklentisi farklıdır. Anne babalar haksızlık yapma korkusundan bunu yapmada zorlanıyor. Neyse ki çocuklar kaygının yerinin olmadığı, her şeyin eşit olduğu, önceden kaydedilmiş basmakalıp öğütleri uygulayan bir dünyanın olmadığının farkındadır. Anne babaların tüm çabalarına rağmen çocuklar bize herkesin kendine göre farklı tepkiler verdiğini, kusursuz aile diye bir şey olmadığını ve adaletsizliğin dünyanın bir parçası olduğunu hatırlatıyorlar.
Kaynak: Mathelin, C. (2000). Freud`a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu? Ela Güntekin (Çev.). İstanbul: Kitap
*Bu yazı Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.