Özet
Vamık D. Volkan’ın 2014 yılında yazdığı Hayvan Katili adlı kitapta Peter’in yaşamı konu edilmektedir. Bu çalışmada ise Peter’in yaşamı Sigmund Freud’un psikanalitik yaklaşımına göre incelenmiştir. Gerçek bir hayat hikayesinin baş kahramanı olan Peter’in gittiği psikolog, terapi sürecinde başka bir uzmandan yardım alma ihtiyacı duymuştur. Kitabın hikayesi de bu üçüncü kişi tarafından kaleme alınmıştır. Peter, annesi ve anneannesinin yanında hapisteymiş gibi büyütülen, annesinin ikinci eşi Gregory tarafından da kurtarıldığını düşünen narsisistik kişilik bozukluğu ve bulimia nevroza’ya sahip bir silah tüccarı; Gregory ise geçmişte kaldığı esir kampının travmasını Peter’in üzerine yığan bir üvey babadır. Kitap, Peter’in terapideki iyileşme sürecini ve iç dünyasını konu almaktadır. Sonuç olarak bu çalışmada, psikoloji alanında Freud’un psikanalitik yaklaşımı ele alınırken, Peter’in karakter incelemesi yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: hayvan katili, narsisistik kişilik bozukluğu, ödipal karmaşa, bulimia
Kitabın Künyesi
Yazarı: Vamık D. Volkan
Orijinal İsmi: Animal Killer
Basım Yılı: 2014
Çevirmen: Cem Germaner
Ülke: İngiltere
Özgün Dili: İngilizce
Türü: Öykü
Sayfa Sayısı: 146
Yayınevi: Okuyan Us
Hayvan Katili’nde Yaşananlar
Peter, annesi ve anneannesiyle büyümüş, öz babasıyla iletişim halinde olmadan büyüyen, hatta babası tarafından reddedildiğini düşünen bir çocuktur. Annesinin yeni eşi Gregory onun hayatına girdiğinde Peter üç yaşındadır. Annesi ve anneannesiyle bir apartman dairesinde yaşamaktadır. Peter’in dedesi de ölmüştür ve aynı evde yaşadığı iki kadın da bunalımdadır. Peter’i sürekli kontrol altına almaya çalışmış, müdahaleci tavırlar sergilemişlerdir. Peter çatal bıçak kullanmasını bildiği halde sürekli elleriyle beslerler, kendilerini büyük bir yük altında görmektedirler. Peter daha sonra çok kilo almış, şişman bir çocuk olmuştur. Kendine ait bir odası da yoktur; anneannesiyle aynı yatakta uyumaktadır.
Gregory, savaş sonrası Bataan Ölüm Yürüyüşü’nden kurtulup O’Donell Kampı’na, oradaki zorlu şartlara ve işkencelere dayanabilen Amerikalılardan biridir. Ardından Filipinler’deki ayrı bir esir kampına gönderilmiş, orada da öncekine benzer işkencelere maruz kalmıştır. Sonrasında Peter’in annesi Libby ile evlenmiş, yeni bir düzen kurmuştur. Peter’in annesi ve anneannesiyle sürdürdüğü yaşamı yakından gören Gregory farkında olmadan Filipinler’deki benliğinin temsili ile Peter’in hapisteymiş gibi büyürken oluşan benliği arasında bir benzerlik, bir uyum görmüştür. Sonrasında kendi travmalı benlik imgesini Peter’in gelişmekte olan benlik imgesine yükleyerek bilinçsiz bir tutum sergilemiştir. Bu durum Peter’in hayatında Gregory ile özdeşleşme şeklinde kendini göstermiştir ve onu hem öz babası hem de bir idol olarak görmeye başlamıştır. Gregory avlanma alışkanlığına Peter’i de katmaya başlamıştır ve daha sonra Peter’in askeri akademide yetişmesine katkı sağlamıştır.
Zaman ilerledikçe Peter sürüyle hayvan öldürmesine karşın hiçbir tepki göstermeyen, sonrasında katıldığı savaşta kadınları ve çocukları nasıl öldürdüğünü gayet heyecanlı ve zevk alarak anlatan, çok içki içen ve çok yiyen ardından bütün bunları istifra eden bir yetişkin haline gelmiştir. Ayrıca kendinden daima övgüyle bahsedip, çevresindekilere onları küçümser şekilde yaklaşmaktadır. Karısının bunlardan rahatsız olması ve terapiye gitmesini boşanmamak için şart koşması sonucunda terapiyi kabul etmiştir, terapisti ve yazar da bunu ilk seanstan fark etmişlerdir.
Terapi sürecinde doğal olarak kimi zaman eski davranış ve tutumlara dönüşler olsa da süreç oldukça başarılı geçmiş ve Peter 3 yıl sonra acılarıyla, kayıplarıyla yüzleşmiştir. Bu onun sahip olduğu kişilik bozukluğuna özgü tavırlarını en aza indirgemiş, kendisini de eskiden kabul etmediği “ortalama”ya dahil olarak görmesini sağlamıştır. Artık çocuklarına ve eşine karşı daha anlayışlı ve sevecen biri haline gelmiştir. Çok içmeyi, çok yemeyi ve ardından kendini kusmaya zorlamayı bırakmıştır. Gregory’nin ona yüklediklerini görebilmiş, bağlantıları kendisi kurmuş ve anlamlandırmıştır. Kitabın sonlarında artık içselleştirdiği ve sahiplendiği, aslında Gregory’ye ait olan travma dolu yükleri Gregory’ye geri verdiği görülmektedir. Bütünüyle bir yüzleşme ve sorunların çözümü söz konusudur.
Sigmund Freud ve Psikanaliz
Sigmund Freud, 6 Mayıs 1856 tarihinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan Freiber şehrinde dünyaya gelmiştir. O zamanlar orada yaşayan çoğu aile gibi Freud’un ailesi de yoksuldu. Babası yün ticareti yapmaktaydı ve Freud dört yaşındayken ailesiyle Viyana’ya taşındı. Nazilerin 1938’de orayı işgal etmelerine kadar, neredeyse tüm yaşamını bu kentte geçirdi. Viyana’da Yahudilere yönelik büyük tepki ve düşmanlığa maruz kalmıştır fakat yine de Freud’un dünyaca üne kavuştuğu yurdu Viyana olmuştur. Eğitim hayatı boyunca parlak bir öğrenci olmuştur. İspanyolca, Fransızca, İngilizce, Yunanca ve Latince bilmekteydi ve 1881 yılında Viyana Üniversitesi’nden tıp diplomasıyla mezun oldu. Mezun olduktan sonra hocası Ernst Brücke’ün fizyoloji laboratuvarında çalışmayı sürdürdü ve burada birçok nitelikli araştırmaya imza attı fakat burada aldığı ücret çok düşüktü. Martha Bernays’la nişanlandıktan sonra hocasının tavsiyesine uyarak daha çok para kazanabileceği bir işe; Viyana Genel Hastanesi’nde doktorluğa başladı. Üç yıl sonra ise Fransa’nın tıp alanında oldukça tanınmış bilim insanı Jean Martin Charcot ile çalışabilmesi için beş aylık bir burs kazandı. Freud, hipnoz ve histeri ile ilgili ilk tecrübelerini burada kazandı. Bilinçdışı süreçler, zihinsel yaşantının fiziksel belirtilere etkisi, cinsel dürtüler, histeri gibi konular üzerinde düşünmeye başladı ve sonrasındaki 50 yıl bunu yapmayı sürdürdü. Daha sonra Freud, öğrenciyken de birlikte çalışmış olduğu Breuer ile çalışmaya başladı. O sıralar Breuer, histeri üzerine çalışmalar yapıyor ve vakalarını Freud ile paylaşıyordu. Breuer histeri tedavisinde hipnozu kullanıyordu. Freud’un bunları incelemesi serbest çağrışım ve psikanaliz fikrinin temelini attı ve 1895 yılında “Histeri Üzerine Çalışmalar“ isimli kitabı yazdı. Bu kitapta psikoterapi üzerine yazdığı bölüm genelde psikanalizin başlangıcı kabul edilir. Kitabın yayınlanmasından sonra fikir ayrılıkları nedeniyle Freud ve Breuer birlikte çalışmaya devam etmemişlerdir. Freud, 1890’ların sonunda kişisel bir yalnızlığa sürüklenmiştir ve kendi öz analizini yazmıştır. 1900 yılında “Rüyaların Yorumu” isimli kitap, geçen zaman içinde içe dönük kazançları sonucunda yazılmıştır. Sonrasında “Günlük Hayatın Psikopatolojisi”, “Cinsellik Üzerine Üç Deneme”, “Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri” olarak üç önemli kitap daha yayınlamıştır ve yavaş yavaş ün kazanmış, çevresinde onu destekleyen meslektaşları olmaya başlamıştır. Ayrıca zaman içerisinde kuramında birçok değişiklik yapmıştır. Kendi görüşünde fark ettiği hataları yine kendisi düzeltmiş ve eleştirmiştir. Nazilerin Viyana işgalinden sonra diplomatik ilişkiler sayesinde ailesiyle birlikte İngiltere’ye taşınabilmiştir. Freud’un bundan itibaren geçen son yılları çok zorlu geçmiştir. Yakalandığı çene kanseri nedeniyle 1923 yılında 33 ameliyat geçirmiş; sonrasında doktorundan ona yüksek dozda morfin yapmasını istemiştir. Doktoru da bu isteğini kızı Anna Freud’a danışmak üzere yerine getirmiştir. 23 Eylül 1939’da Londra’da yaşama veda etmiştir (İnanç, Yerlikaya; 2017).
Narsisistik Kişilik Bozukluğunun Peter Karakteri Açısından Ele Alınması
Narsisizm kavramını “özdeşim” kapsamında incelemek de mümkündür. Narsisizm kavramı hakkında ayrıntılı bilgiyi Mitolojiden Gelen Psikolojik Terimler: Narkissos ve Ekho yazısından edinebilirsiniz. Özdeşim yapılan benliğin özelliklerinin belli bir kısmını, kişi kendi benliğine alır. Bu şekilde bir ikincil narsisizm örneği oluşur. Peter’in hayatına baktığımızda Gregory ile kurduğu ilişkiyi özdeşim olarak nitelendirmek zor değildir. Gregory, kendi travma ve yüklerini Peter’in omuzlarına yüklemiş hatta “yığmış” durumdadır. Her ne kadar bu özdeşimle ilişkili konumda olsa da bazı noktalarla özdeşleşmeden farklıdır. Özdeşleşmede kişi karşısındakinin ego ve süperego işlevlerini sahiplenir ve onun imgelerini özümserken birinci aktif ortak konumundadır. Yığılmaya maruz kalındığında ise yetişkin aktif konumdadır ve çocuğun henüz gelişmekte olan benliğine kendi özelliklerini katar. Kitapta bariz bir şekilde; Peter’in benliğinin gelişirken uğradığı travma ile Gregory’nin zaten travmalı olan benliğinin iç içe geçtiğini görebiliriz (Volkan,2014).
Bu noktada konuya Peter’in açısından bakarsak “idealizasyon” kavramına da değinmekte fayda vardır. İdealizasyon, idealize edilen nesnenin mükemmel, kusursuz olarak değerlendirilmesidir (Akvardar,1997/2015). Peter’in Gregory’yi ödipus kompleksiyle ilgili problemlerinde yerleştirdiği ödipal bir babadan ziyade, ideal bir nesne olarak algılaması probleminin kaynağıdır. Peter’in Gregory’ye bakışındaki derin kusursuz değerlendirme hali, iyileşme sürecinin sonlarına doğru bozulmaktadır. Kendine idol olarak belirlediği, ona benzeyerek mükemmel ve kusursuz olduğunu düşündüğü kişinin aslında o kadar da kusursuz olmadığını fark ettiği an –eskisi kadar iyi avcı olmadığını fark etmesi- Peter için çoğu şey değişmiştir. Narsistik özelliklerinin çoğunda azalma belirtilmiştir. Artık Gregory’yi ve aslında kendini de eskiden küçümsediği diğer insanlar gibi görebilmektedir.
Ek olarak Freud’un narsisizm kavramını nesne seçimi üzerinden değerlendirmesi ve belirlediği ayrımlar üzerinden gitmek de doğru olacaktır. Bu açıdan da Peter’in hikayesi bize belirgin örnekler sunmaktadır ve Freud’un değerlendirmelerini kanıtlar niteliktedir. Freud’a göre sevgi nesnesi olarak kendilerini arayan kişilerin seçimleri, narsistik türde bir nesne seçimi olarak adlandırılır. Bu bağlamda kişi narsistik tipte nesne seçimine göre;
- Kendisi ne ise onu,
- Kendisi ne idiyse onu,
- Kendisi ne olmak istiyorsa onu,
- Bir vakitler kendi parçası olmuş olanı sevebilir (Akvardar,1997/2015).
Peter’in yaşamını incelediğimizde, Gregory’nin onun için “kendisi ne olmak istiyorsa onu” sınıfına girdiğini görebiliriz. Onun kadar kusursuz, mükemmel, güçlü olmak istemiş ve bunun için libidinal yatırımını Gregory üzerinden yapmıştır. Aynı zamanda Peter’in narsisistik özelliklerine baktığımızda kitap içerisinde şunun sık sık belirtildiği görülmüştür; Peter’de kötü bir şeyi saklayamadığında bunun da en iyisi olduğunu ifade etme hali mevcuttur. Peter kendisini dünyanın en iyi bulimia hastası olarak ifade etmekteydi. Bununla dahi övünebilecek durumdaydı. Buna ek olarak kendi benliği için başkalarına zarar verme ihtiyacı da hissediyordu ve kitapta bu “kötücül narsisistik kişilik bozukluğu” olarak adlandırmıştı. Tipik narsisistik kişilik bozukluğunda kişiler çevresindekileri küçümser, alay ederken; kötücül narsisistik kişilik bozukluğunda çevresindekilere sadistçe davranışlar sergileme gereksinimi bulunmaktadır. Peter’in hayatında bu çok fazla insanı vicdan azabı çekmeden öldürme veya hayvanlara yönelik fiziksel hasar olarak değerlendirilebilir.
Kitapta önemle değinilen bir diğer nokta ise Peter’in rüyalarıydı ve birçoğu narsisistik özellikleri ile bağlantılıydı. Bir rüyanın içeriğini oluşturan maddelerin tamamı dolaylı veya doğrudan yaşamdan türetilmiştir. Buna karşılık, yaşantı ve düşler arasında bir kıyaslamanın kolayca ortaya çıkması çok mümkün değildir (Freud, 2016). Derin bir araştırma gerekmektedir ve kitap bunun üzerinde oldukça durmuştur. Peter’in narsisistik özelliklerini en çok yansıtan rüyası ise şöyledir; yıllarca suyun üzerinde yürüyebilmeye dair rüyalar görmüştü. Tanrının yarattığı diğer insanların yapamayacağı, sadece peygamberlerin yapabileceği bir şeyi yaparken hayal ediyor/düşlüyordu. Bunu yıllarca sır olarak saklamıştı. İyileşme sürecinin sonlarına doğru rüyasında suyun altında bir denizaltı olduğunu aslında ona basarak yürüdüğünü ve çevresindekileri kandırdığını ifade etmişti. Süreç biraz daha ilerlediğinde denizaltının dalışa geçtiğini ve kendisinin de suya düştüğünü görmüştü. Yüzerek diğer insanların yanına geçmişti ve artık o da “ortalama”nın tam da içindeydi.
Bulimia Nevroza ve Peter Karakteri Yönünde Değerlendirilmesi
Bulimia “bous (öküz)” ve “limos (açlık)” sözcüklerinden gelmektedir. “Bir öküz kadar aç olmak” ya da “öküz yiyecek kadar aç olmak” anlamlarını içerir. Devamında “nevroza” gelmesi ise anoreksiya ile ilişkilendirilmesi ve yeme bozukluklarına dahil olmasıyla alakalıdır. Tıkanırcasına yeme nöbetleri, uygunsuz dengeleyici davranışlar (kusma gibi), beden ve kiloyla aşırı meşgul olma hali temel belirtileridir. Yineleyen tıkanırcasına yeme epizodları vardır ve bu epizodlar esnasında kontrolün olmadığı düşüncesi bulunur. Sonrasında kendini kusturma gibi dengeleyici davranışlara yönelme görülür (Kulaksızoğlu, Tükel, Üçok, Yargıç, Yazıcı; 2009).
Bulimia nevrozanın iki alt tipi vardır. İlki, çıkartma olan tip (kusma, laksatif-diüretik vs.); ikincisi ise çıkartma olmayan tip (kilo kontrolü için yeme kısıtlaması veya aşırı egzersiz yapma) olarak belirlenmiştir. Tek bir nedenden söz edilemediği gibi çeşitli risk faktörleri mevcuttur. Çocukluk çağı cinsel ve fiziksel istismarı, kaygı ve duygudurum bozuklukları ve psikanalitik açıdan üzerinde belki de en çok durulmuş olan ebeveynin aşırı veya yetersiz düzeyde müdahalede bulunması etkileyen faktörler arasında sayılmaktadır (Kulaksızoğlu,2009).
Bu noktada Peter’in hayatına bakarsak orada dikkatimizi çeken şey; Peter’in anne ve anneannesinin sürekli onu besleyen, büyümesine rağmen kendileri yedirmeye devam eden aşırı müdahaleci tutum ve davranışları olacaktır. Bu nedenle şişman geçirdiği çocukluğu ve o kusursuz olamama halinin yarattığı huzursuzluk Peter’i kusmaya ve bununla bu şekilde baş etmeye itmiştir. Tedavi sürecinde dahi çöküş anlarında daima çok içmeye, çok yemeye ve kusmaya tekrar başlamıştır. Bunların her birinin ağız ve çevresiyle alakalı olması psikanalitik açıdan oral dönemle bağlantı kurmak için yeterlidir. Peter’in hayat hikayesinde oral döneme ait çok fazla bilgiye rastlamasak dahi tarif edilen anne-anneanne simgesi okuyucuyu konuyla alakalı fikir sahibi haline getirmektedir. Peter’in iyileşme süreci tamamlanmaya yaklaştığında divanda bir bebek gibi uyuyakalmasının, huzurlu ve güvende olmasının altı çizilmiştir. Bu noktada bebeklik döneminin elbette oral dönemi de kapsaması bize konuya ışık tutan başka bir noktadır. Kitabın ortalarına yaklaşıldığında bunlara ek olarak Peter’i bulimia olmaya iten önemli bir sebep karşımıza çıkmaktadır. Peter, babasını uzun süre görmedikten sonra babası tekrardan gelmiş ve onu panayıra götürmüştür. Peter burada bolca abur cubur yemiş ve kusmuştur. Babası ise o günden sonra bir daha asla dönmemiştir. Çocukken kusması ve babasıyla olan anısı ile yetişkinliğinde yaşadığı belirtilerin arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur.
Peter’in Rüyalarının Freud’un Yaklaşımına Göre Analizi
Freud denilince akla ilk gelen sözcüklerden biri elbette rüyalardır. Bir rüyayı yorumlamak veya ona anlam yüklemek hem terapi sürecine etkisi hem de kuramsal boyutuyla psikoloji bilimi içerisinde büyük yere sahiptir. İnsanlar en eski çağlardan itibaren rüyaları yorumlamakla ilgilenmiş ve bunun için iki farklı yöntem kullanmışlardır. Bunlardan ilki rüyayı bir bütün olarak ele alır ve yerine başka bir içerik koymaya çalışır. Bu yönteme “sembolik rüya yorumu” denilmektedir. Karmaşık ve detaylarla dolu rüyalarda başarısızlığa uğramaktadır. İkinci yöntem ise rüyadaki her bir işareti bir anahtar olarak görüp onun karşılığına başka bir temsil (rüya tabirleri kitaplarındaki gibi) koymaktır. Daha sonra bu işaretler birleştirilerek ortaya bir anlam çıkarmak amaçlanır. Buna da “deşifre yöntemi” denilebilir ve rüyayı bir bütün olarak ele almaz. Şüphesiz ki bu iki yöntem de bilimsellikten uzaktır. Freud, rüya analizlerinin bilimsel olarak yapılmasının mümkün olduğunu düşünüp rüyaların kendisini de bir semptom olarak değerlendirmiştir (Freud,2016). Semptomlar için geliştirdiği yorum yöntemini hastalarında uygulamış ve başarılı sonuçlara ulaşmıştır. Bu yorum yöntemine paralel olarak Peter’in rüyalarının analizi de kitap içerisinde mevcuttur. Peter’in bir rüyasını kitapta yazıldığı gibi alırsak;
“Ben çok daha gençtim, çocuktum ve yakışıklı bir adamla beraber ayakta duruyordum (bu adam Gregory’ye benziyordu). Kızıl tilkilerin vadi boyunca koşuştuğunu ve rahatsız edici sesler çıkardığını gördüm. Adam orada güçlü bir figür olarak durdu ve vadideki tilkileri zapt edebileceğini söyledi. Sonra da bir başka hayvanı gösterdi. Biçimi bozulmuş, kalın, hantal bacaklı ve boynuzu olmayan bir geyik.” (Vamık D. Volkan, Hayvan Katili;s:47-48)
Peter terapi sürecinin ona kattıklarıyla, kızıl rahatsız edici tilkileri annesi ve anneannesi olarak tanımlamıştı. Anneannesinin onun önünde cımbızla kıllarını alması, kırmızı iç çamaşırları giymesi vb. sebeplerden anneannesini çocukluğunda hep “cadı” kavramıyla bağdaştırmıştır. Ona itaat etmek zorunda olduğunu aksi halde Tanrının onu cezalandıracağını düşünmüştür. Anneannesini hiç regl döneminde görmemiştir fakat yıllarca beraber uyudukları için onun cinsel bölgesini gözlerinin önüne getirmesi zor olmamıştır. Yakışıklı adamı, yani Gregory’yi, annesinin vadisini keşfedecek – vadi burada vajina anlamını taşımaktadır- ve baba figürüne dönüşebilmektedir. Bu adam, Peter’in anne ve anneannesinden ne kadar bıktığını ve onların Peter’in erkekliğini aldığını -boynuzların olmamasından çıkarılmıştır- anlamıştır. Bunların Peter tarafından fark edilmesi ve anlamlandırılabilmesi, Gregory ile nasıl özdeşleştiğini görebilmesini sağlamıştır. Bu nedenle avcılığa başlamış ve bozulmuş, memnun olmadığı benliğinin fiziksel ve duygusal temsili olan yüzlerce geyiği gözünü kırpmadan öldürmüştü.
Narsisistik kişilik bozukluğu bulunan kişiler terapötik gerileme yaşadıktan sonra eski belirtilerin tekrar geri dönmesi halinde, Peter’in yaşamında olduğu gibi, bunların nereden geldiğini merak ederler. Bu nedenle kendi çocukluk anılarını ortaya dökerler ve geri gelen semptomlar ile kişisel özellikleri arasında bir bağ kurmaya başlarlar. Özellikleri ehlileştirmek üzerine de içsel değişiklikler yaparak çalışırlar. Özellikle hastaların rüyaları bu noktada önemli bilgiler sunmaktadır. Çöl Fırtınası Operasyonu öncesi, ABD askerlerinin Suudi Arabistan’a girmeye hazırlandığı süreçte, Peter analistine şu rüyadan bahsetmiştir:
“Suudi Arabistan’a gidecek bir kobra helikopterine atanmıştım. Iran saldırdığında helikopteri kaldırmaya çalışıyordum ama uyandım.” (Vamık D. Volkan, Hayvan Katili, s:88)
Daha sonra gördüğü bir rüya ise şöyleydi:
“Savaş bölgesindeydim. Ama bir anda, şahane füzelere hükmetmektense sadece ok ve yaya sahip olduğumun farkına vardım.”(Vamık D. Volkan, Hayvan Katili, s:88)
Peter’in ok ve yay simgesine geçişi kendi gerilemesini ifade etmektedir. Aynı zamanda ok ve yay geçmiş zamana ait simgelerdir ve yalnızca bunlara sahip olması ona çocukluk kabuslarını hatırlatmıştır, bunun sebebi rüyanın yarattığı korku olarak belirtilmiştir. Bu kabusları inkar etmemesi bile gelişme sayılabilecekken üstüne üstlük bağlantıları artık kendisi kurmaktadır. Kendisini bir mağarada görmüştür. Mağaranın içinde iki siyahi kadın ve küçük ama gittikçe tombul bir hal alan bir de yılan bulunmaktadır ve Peter, analisti yorum yapmadan bu iki siyahi kadını kendi annesi ve anneannesi olarak belirtmiştir. Tombullaşan küçük yılan da kendisini temsil etmektedir. Hatta kendi çocukluğunun temsili demek daha uygun olacaktır.
İki örnekte de görüldüğü gibi, Peter’in neredeyse kitapta yer alan her rüyası bu tip bağlantılara sahiptir. Freud’un yaklaşımı ile her ögenin temsil ettikleri rüyanın bütününden kopmaksızın anlamlandırılmıştır. Daha sonra hastanın kendisi de bu bağlantıları çözümleyebilecek noktaya gelmiştir ki bu sürecin başarılı ilerlediğinin hem en büyük göstergesi hem de ilerleme sürecine en büyük katkısıdır.
SONUÇ
Peter’in hayatına bakıldığında, narsisistik kişilik bozukluğu ve bulimiaya dair tüm belirtileri taşıdığı ve psikanaliz ile gelebildiği nokta görülmektedir. Peter’in sergilediği küçümseyici, şiddet dolu her davranışı kendisine ve çevresine zarar vermektedir ama Peter başta bu davranışlarını sürdürmek istemiştir. Öte yandan karısını yanında tutabilmek için süreci kabul etmiştir. Yazar, Hayvan Katili kitabında narsisistik kişilik bozukluğunu ve bulimia nevroza döngüsünü gözler önüne sererken, aynı zamanda psikanalizin böyle bir birey üzerinde ne kadar başarılı işleyebildiğini göstermiştir.
Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bireylerin değişime açık olmaması, kendilerini açmalarının ve eksiklikleriyle yüzleşmelerinin çok zor olduğu bilinmektedir. Fakat kontrollü, ve her adımın dikkatli atılmaya çalışıldığı terapi süreçlerinde – doğru terapötik ilişki de eklenerek – başarılı olunabileceği görülmüştür. Bulimia nevroza için de aynı şey söz konusudur. Kişiler sahip oldukları stratejiyi değiştirmek istemezler. Yıllardır böyle süregelmiş olması ve başka baş etme yöntemi kullanamayacaklarını düşünmeleri bunun nedenlerinden biridir. Yine yukarıda sayılan koşullarla bu konuda da gelişim sağlamak mümkündür. Peter vakası dışında elbette birçok vakanın olumlu sonuçlandığı bilinmektedir. Yeme bozukluğuyla çalışan pek çok psikanalist bulunmaktadır.
Psikanalitik Öyküler Serisi’nin dördüncü kitabı olan Hayvan Katili, olabildiğine bilgilendirici, vakayı kapsamlı fakat okuyucuyu boğmadan işlemiş bir kitap olduğunu göstermiştir. Peter vakası zor, içinde birçok detay ve psikopatoloji barındıran bir vakadır. Başarıyla altından kalkılmış bu süreç, okuyuculara- özellikle psikoloji öğrencilerine- çok şey katabilecektir. Serinin diğer kitaplarının da bu doğrultuda ilerlediği bilinmektedir.
Kaynakça
- İnanç B. Y. , Yerlikaya E. E. (2017) . Kişilik Kuramları (13. Baskı). Pegem Akademi, 12-14
- Akvardar Y, Çalak E. , Etaner U. , Hürol C. , Sunat H. , Tükel R. , Üçok A. & Yücel B. (2015) Psikanalitik Kurama Giriş (5. Baskı). İstanbul: Bağlam, 85-107
- Ekinci B. (2017). Kırılmacı ve Büyüklenmeci Narsisizm Üzerine
- Atay, S. (2009). Narsistik Kişilik Envanterinin Türkçeye Standardizasyonu, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi 11(!), 181-196.
- Freud S.(2016) Rüyaların Yorumu 1 (3. Baskı). İstanbul: Öteki Yayınevi,71-83
- Kulaksızoğlu I. ,Tükel R. , Üçok S. , Yargıç İ. , Yazıcı O. (2009) .Psikiyatri İstanbul: İstanbul Üniversitesi Basım ve Yayınevi, 191-194
*Bu yazı Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.