Eğitim, insanın evrim süreci içerisinde; kamil olma yolundaki evrimine katkı sağlayan bir araçtır.
Prof. Osman Tolga Arıcak
Bu evrimsel süreci yönlendiren aracın direksiyonunu tutan ise anne babalardır. Çocukların olumlu kişilik özellikleri geliştirmelerinde ve tüm gelişim alanlarının desteklenmesinde, anne-babaların çocuklarına karşı tutumlarının önemli bir etkisi vardır. Anne ve baba arasındaki samimi ve sağlıklı iletişim çocuklarla ilişkilerine de yansır; çocuklarına olumlu tutum ve davranışlar geliştirmelerinde önemli bir etkendir. Bu olumlu tutumlar çocuğun kişilik, zihin, dil, motor, sosyal ve duygusal gelişimine de pozitif olarak etki eder.
Anne babanın çocuk yetiştirme tutumları birçok çevresel ve sosyal ortam etkenlerinden daha önemli olup çocuğun sosyal, duygusal ve bilişsel gelişimine yön vermektedir. Aile, çocuğun her yönüyle etkilendiği ilk sosyal çevredir. Çocuğun yaşamla ilgili ilk tecrübesini kazandığı, kendisine güven duygularını geliştirdikleri, sosyalleşmeyi ve topluma uygun tutum ve davranışlar sergilemeyi öğrendikleri ortamdır. Bu nedenle, çocuk üzerindeki en etkili eğitim kaynağı ailedir. En başarılı eğitim kurumları dahi, normal bir aile eğitimi ile kıyaslanırsa üstünlüğün ailede olduğu gözlemlenir. Aile bireylerinin sevgisi, gülmesi, eğlendirmesi çocuk üzerinde öyle doğal etkiler oluşturur ki bu etkileri başka bir eğitim kurumunda oluşturmak çok zordur.
Çocukta öğrenme doğduğu günden başlar.
Bebekler, aslında biz yetişkinlerin tahmin edemeyeceği kadar kurnazdırlar. Başlarda anlamsız olan ağlamaları zamanla anlamlı hale gelir. Acıktığında ve altı kirlendiğinde ağlamaya başlayan çocuk, ilerleyen dönemlerde ağlama ile iyi sonuçlar aldığını ve isteklerinin yerine getirildiğini anladığında, her durumda ağlamaya başlar. İlerleyen yaşlarında ise ağlayınca istekleri yerine getirilmeyip azarlandıklarında şaşkınlık yaşar ve gücenirler. Dünya onlara soğuk ve sevimsiz gözükür, hayal kırıklığı yaşarlar. Bu yüzden anne-baba tutum ve davranışlarına “daha çocuk anlamaz” demeden çocuk doğduğu andan itibaren dikkat etmelidir.
Çocuğun eğitiminden sorumlu kişiler, çocuk üzerindeki en büyük etkiyi sözle değil, davranışlarıyla yaparlar. Çünkü; çocuklar için en etkili öğretme yöntemlerinden biri iyi bir model olmadır. Çocuklar çevrelerinde gördüğü neredeyse her türlü davranışı kopya eder ve bunu yaparken de iyi-kötü diye ayırt edemez, gördükleri tüm davranışları taklit ederler. Hiç kimse kendisinde olmayan bir şeyi karşısındakine veremez. Olumlu davranışlara sahip bir çocuk yetiştirmek isteniliyorsa yetiştiriciler önce kendi davranışlarını gözden geçirmelidir. Çünkü; hareketleri sözlerini yalanladıkça öğütün etkisi olmaz (Girişken, 2010). Bu yüzden çocuk eğitimi aslında anne-babanın önce kendisini eğitmesiyle başlar.
Ebeveynler çocuklarına eğitim verirken ya söyledikleri gibi davranmalı ya da hiçbir şey söylememeli, çünkü kişilerin yapmadığı şeyleri söylemelerinin çocuk üzerinde hiçbir değiştirici etkisi olmaz. Çocuk, birçok doğru ve yanlış alışkanlığı aile çevresinde gördüğü tutum, davranış ve hareketleri aynen veya kısmen taklit ederek benimser. Aile kazanılan bu alışkanlıklar bazen o kadar köklü ve sağlam olur ki, bunların okul, sokak veya diğer sosyal çevrelerde değişmesi olanaksız hale gelir.
Çocuklar özellikle ebeveynleri tarafında dinlenme ve ciddiye alınma konusunda çok hassastırlar. Çocuklar dinlenmediklerini fark edebilirler. Uzun süre dinlenmeyen çocuklar savunmaya geçebilirler, iş birliğine yatkın olmazlar ve içlerine kapanabilirler. Çocuk tüm ısrarına rağmen ebeveynleri tarafından dinlenilmezse; kendilerine ya da etrafına yönelik olumsuz davranışlar sergileyebilir. Çocuklar genellikle dinlenmeme sebebiyle çalma, saldırganlık, kendine zarar verme davranışlarıyla “lütfen beni dinle. Duygusal bir kırıklık yaşıyorum, ilgini ve dikkatini bana ver” mesajını iletmektedirler.
İstenilen ahlaki eğitime başlamanın en uygun zamanı, çocuğun doğduğu andır.
Bu dikkate alınmaz ileriki yaşlarda uygulanması düşünülürse, o zaman çocukların kötü alışkanlıkları ile mücadele zorunluğu ortaya çıkar. Hiçbir alışkanlık birdenbire meydana gelemez. Çok defa tekrar edilerek yapılan hareketlerin ve yaşanan büyük, küçük birçok olayın insanlarda alışkanlık denilen ruhsal bir hal meydana getirdiği bir gerçektir. İnsan başlangıçta herhangi bir tutum ve davranıştan hoşlanmayabilir. Fakat zamanla bu tutum ve davranışlara alışır, sever ve nihayet onları yapmak için kendi ruhunda bir ihtiyaç duymaya başlar. Çocukların yetenek ve eğilimlerini olumlu bir yönde geliştirmek için onlara arzu ettiğimiz hareketleri sık sık yaptırmak gerekmektedir.
Çocuklara daha küçük yaşlarda kendi işlerini kendilerinin görmeleri alışkanlığı kazandırılmalıdır. Onlara kendilerinin yapabilecekleri işlerde başkalarının yardımını beklememeleri fikri aşılanmalıdır. İlk başlarda çocuk bundan hoşnut olmasa da zamanla alışır ve yaptığı işten zevk almaya başlar. Hatta başkası ona yardım etmek istediğinde çocuğun bundan hoşnut olmadığını bile görebiliriz.
Çocuk eğitiminde sabırlı olmak, eğitimcinin en birinci niteliğidir. Bazı yetişkinler çocukların her şeyi tam onların istedikleri şekilde ve dakikasında yapmalarını arzularlar. Fakat, çocuklarda zaman kavramı geç geliştiği için bir şeyi büyükler gibi yapamazlar. Eğer ebeveynler sabırsız davranırsa onların bu sabırsızlığı çocukta karşı koyma duygusunu doğurur. Yani; çocuk iş birliği yapmamaya karar verir. Bu durumlarda, çocukta iyi alışkanlıkların yer etmesi yavaşlar hatta bazen olanaksız bir durum alır. Çocuk eğitiminde en önemli hususlardan birisi de çocuğa verilen eğitimin, çocuğun olgunlaşma ve ruhsal gelişmesine uygun olması, zamanında ve yerinde uygulanmasıdır. Ebeveynler erken ve baskılı eğitimden kaçınmalıdır.
Her çocuk kendisini seven anne, babasının uyarma, yol gösterme ve disiplinine muhtaçtır. Anne ve babalar çocuklarına, çevrenin hoş karşılamayacağı davranışları yapmaktan sakınmaları için yardım etmeli ve çocuğa kendi davranışlarını kontrol etmesini öğretmelidir. “O daha çocuk” denilip çocuğun yanlış davranışların hoş görmek çocuğa yapılacak en büyük kötülüklerdendir.
Çocuğa karşı aşırı katı bir disiplin uygulamak nasıl ki uyum sıkıntısı oluşturan ve sorunlara neden olan davranış şekliyse, aşırı esnek olup serbest bırakmak da o kadar sorunlara sebep olur. Aşırı katı bir eğitim anlayışında, çocuğun düşünme ve karar verme yeteneği gelişemez. Gevşek bir eğitim modelinde ise neyi nereye kadar yapıp yapamayacağını bilemez.
Çocuğun kendine olan güveni, anne babasına olan güveninden kaynaklanır ve beslenir. Çocuk anne babasını güçlü olup olmadıkları konusunda sürekli dener. Anne babanın tutarlı ve kararlı davranışları, çocuğun onları bir bütün olarak görme gereksinimini de karşılar. Anne ve babalar, disiplin konusunda fikir beraberliğinde bulunmalıdırlar. Çocuklara karşı nasıl davranacaklarına birlikte karar vermelidirler. Eğer çocuklar, anne ve baba arasında fikir ayrılığı olduğunu bir kez sezerlerse, her fırsatta bundan yararlanmaya kalkışırlar. İstediklerini elde etmek için, anne ve babalarının tartışmalarına neden olurlar. Disiplin konusunda anne ve babaların aynı düşüncede olduğu ailelerde ise çocuklar özellikle, önemli isteklerinde anne babalarının, onların önünde olmasa bile, konuşup anlaşarak bir karara varacaklarını bilirler.
Anne-babalar, çocuğuyla ilişkilerinde kendi geçmişlerini, çocuğa yüklediği anlamları, çocuğa karşı tüm davranışlarını gözden geçirmelidirler. Çünkü her ne kadar o sizin çocuğunuz olsa da biriciktir ve ayrı bir bireydir. Çocuklar, kendi yapamadıklarımızın yapıcısı, kendi ailemizden gördüğümüz yanlış öğretilerin kurbanı, eksikliklerimizin ve sorunlarımızın kapatıcısı olmamalıdır. Eğer mutsuz bireyler yetiştirmek istemiyorsak çocuklarımızın ayrı bir birey olduğunu ve bizden başka istek ve arzularının olabileceğini unutmamak gerekir.
İlerleyen yaşlarda ebeveynler tarafından sıkça kullanılan ama yanlışlığı su götürmez olan bir ifade var ki: “Yediğin önünde yemediğin ardında, bir tek işin şunu yapmak-bunu yapmak.” Bu cümle anne babalar tarafından tekrar tekrar söylenmeye başlayınca ilgi ve sevgi ifadesi olmaktan çıkıyor, çocuk üzerinde yoğun bir baskı oluşturabiliyor. Çocuklar bu söylemlerin karşısında verilenin başlarına kakılmış olduğunu hissediyorlar. Çocuklar bu söylemlerin karşısında verilenin başlarına kakılmış olduğunu hissederler.
Çocuklarda güven duygusunun geliştirilmesi çok önemlidir.
Çünkü, çocuğun bütün hayatı boyunca devam edecek olan davranışları, bu güven duygusu üzerine kurulacaktır. Kendilerine güvenleri olmayan ve kendilerini başkalarından aşağı gören kişiler, toplumda bu aşağılık duygularını örtmek için isyankar, saldırgan ve kavgacı olurlar. Yalnız, çocukta güven duygusunu yerleştireceğim diye, bazı anne ve babalar, bu konuda çok aşırı hareket ederler. Çocuğa herkesten üstün olduğu kanısını da kazandırmamak gerekir. Aşağılık duygusu kadar değilse de kendini olduğundan yüksek görmenin (megalomani) de birçok sakıncaları vardır. İnsan olan herkesin bazı zayıf yanları olacağını, çocuğa her fırsatta hatırlatmak gerekir.
Çocuk çevreden aferin ve övgü görürse, kendine olan güveni gelişir ve artar. Şöyle ki, iyi davranışlar ve tutumlar zamanında övülürse, başka bir deyimle; çocuk çevreden aferin ve övgü görürse, kendine olan güveni gelişir ve artar. Çocuğun davranış ve tutumlarını yerli yersiz eleştirme ve kınamalar ise olumsuz bir etki meydana getirir; çocuğun öğrenme ve gelişmesini engeller hevesini kırar. Gerçi, çocuğun yaptığı herhangi bir işi tümüyle değerlendirirsek, bunda iyi yönlerin yanı sıra, kötü yönlerin bulunduğunu da görürüz. Bu durumda, genel olarak, iyi olmayan yanları zaman zaman görmemezlikten gelmek, iyi yanları ise övmek çocuğun kişiliği üzerinde çok olumlu gelişmelerin meydana gelmesini sağlar. Çocukları her davranışlarında azarlamak ve yermek ise onları kötümser yapar, kendilerine olan güvenlerini kaybettirir, çekingen olmalarına neden olur
Eleştiri yıkıcı değil, yapıcı olmalı.
Anne ve babanın çocuğun davranışlarını şekillendirmekteki bazı tutumları olumlu sonuç verirken bazıları ise çocuğun kişilik kazanımını olumsuz etkileyen tutumlar olabilir. Yani eğitim bir yandan yapıcı olurken diğer yandan da yıkıcı olur. Örneğin; herhangi nedenle arkadaşları ile iyi geçinemeyen, arada bir kavga çıkaran çocuğa “evladım, oyunda geçimsizlik iyi bir şey değildir, geçimsiz çocuklarla kimse oynamak istemez” diye öğüt vermek yerine “sen ne kadar geçimsiz bir çocuksun, kimse seninle oynamak istemiyor” denilerek çocuk terslenirse bu çeşit eleştiriler, çocuğun davranışını düzeltmeye yardım edecek yerde onda oyun arkadaşlarına karşı kin ve garez duygularının gelişmesine ve bu sözlerle oluşturulan aşağılık duygusunun kökleşmesine yol açar. Bu şekildeki davranış ve tutumlar çocuğun kendine güvenini baltalar ve sosyal ilişkilerinde dengesizlikler oluşturur. Bu da gösteriyor ki eleştiri yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Çocukların kusurları, yapıcı ve olumlu bir biçimde düzeltilmelidir. Onların her şeyi yetişkinler gibi yapamayacakları, hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Burada bir noktayı daha belirtmek gerekir. Çocukları tehdit ve kıskandırmak yolu ile başarıya ulaştırmayı düşünmek de çok büyük bir kusurdur. Birçok anne ve babalar çocuklarını, sözde eğitmek için, döverim, kovarım, baban olmam, annen olmam gibi, çoğu uygulama olanağı bulunmayan tehditlerle korkutmak yoluna başvururlar. Oysaki, bu tehditlerin uygulanmadığını gören çocuklar, ya anne ve babalarına karşı daha asi olur ya da devamlı birtakım korku ve tereddütler içinde davranış bağımsızlıklarını, kişisel atılımlarını kaybeder çekingen olurlar. Çocuğun psikolojik yönden gelişmesi bozulduğu gibi, çocuk beden yönünden de yetersiz bir gelişme gösterir. Valin –Normallerde Görülen İkinci Derecede ki Ruhi Güçlükler– adlı eserinde: bu çeşit tehditlere maruz bırakılan çocukların yetişkinlik yıllarında da aynı şekilde korku, antipati ve güvensizlik duygularının bulunduğunu yazmaktadır.
Yetişkinlerin çocuklarını, sık sık kardeşleri ya da diğer çocuklarla kıyasladıklarını ve onların hoşlarına giden hareketlerini aynen uygulamalarını istediklerin duyarız ya da tanık oluruz. Bu da çok kötü bir eğitim şeklidir. Çünkü, bu şekilde anne ve babalar çocuklara bile bile yetersizlik duygularını aşılamış olurlar. Bunun sonucu, çocuklarda kendine güven azalır ve aşağılık duygusu filizlenir. Oysaki her birey kendi yaşam yolundaki başarı ve başarısızlıklarla değerlendirilmelidir. Biri için başarısızlık olan diğeri için büyük bir başarı olabilir. Ufacık da olsa iyiye doğru atılan her adım, o kişinin kendini aşmasıdır, geliştirmesidir. Bu nedenle; çocuğun iyi olan bir şeyi benimsemesi isteniyorsa o şeyin iyiliği, doğruluğu ve yararları çaba gösterilerek anlatılmalıdır. Çocuklar hiçbir şekilde kıskandırmak yolu ile eğitilmemelidir.
İngiliz Ruh Bilimci Cyril Burt; suçlu grubundaki vakaların %60’ında ailelerin yetersiz eğitici olduklarını ve sakat eğitim yöntemleri uyguladıklarını bildirmektedir. Viyanalı Eichom “Sakat eğitim yollarından birisi çocuğa ihmal edildiği ya da istenmediği duygusunun verilmesidir’’ diyor. Eichom’a göre; çocuğun ihmal edilmesi kadar, onu gereğinden fazla koruma çabaları da eğiticiler için yeni yeni davranış sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Üzerinde önemle durulması gereken eğitim hatalarından biri de aşırı koruma çabasıdır. Aşırı koruma ya baskı şeklinde ya da taşkın şefkat şeklinde kendini gösterir. Ruh bilimciler, baskının çocuklarda isyankarlık, saldırganlık, ya da aşın uysallık gibi, kişilik zayıflığı oluşturduğunu; aşırı şefkat ve korumanın ise çocuklarda kavgacılık, zorbalık ve hatta suç eğilimlerinin gelişmesini kolaylaştırdığını belirtmektedirler.
Eğitim ne aşırı hoşgörülü ve ne de aşırı otoriter nitelikte olmalıdır. Çocuk, ikisi arası bir ortamda yetiştirilmelidir.
Yalan söyleme alışkanlığının çocuğun aile çevresinde aldığı eğitimle büyük bir ilişkisi vardır. Özellikle aile çevresinde çocuğun aşırı bir baskı altında tutulması, isteklerini çoğu kez gizli yollardan ve büyüklere sezdirmeden doyurmak zorunda kalması, çocukta yalancılığın gelişmesine yol açar. Çocuk devamlı olarak, yakalanma, azarlanma ve cezalandırılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğundan, yalan onun için tek korunma yoludur. Hareketleri sürekli olarak eleştirilen çocuklarda da yalancılık gelişebilir. Fakat çocuklarda belli bir yaşa kadar zaman kavramı belirsizdir ve çocuk çoğu şeyi aklında tutamayabilir. Bu nedenle, küçük çocukların konuşmaları çok defa doğru olmayabilir. Fakat bu, gerçek anlamda yalancılık değildir. Çünkü, ortada en küçük bir aldatma niyeti yoktur. Bu bakımdan, çocukların kasıtlı olmayan yanlış ifadelerine yalancılık damgasını vurmaktan çekinmelidir. Çünkü bunların, çocuğun karakteri ile ilgisi yoktur ve·zamanla kendiliğinden düzelir.
Korkudan söylenilen yalanlarda, çocuğun önceden karşılaştığı haksız ve çok şiddetli cezaların etkisi olduğunu ve yine ayni ağır sonuçlarla karşılaşmak istemediğini düşünmek gerekir. Eğer çocuk korktuğu için yalan söylüyorsa korkunun nedenini ortadan kaldırmak ve yalandan vazgeçmesine yardım etmek en uygun yöntemdir.
Cezalar, çocukları daha tehlikeli bir biçimde yalancı olmaya ya da susmaya zorlar.
Rahat ve huzurlu bir ortamda büyümüş bir çocuğun daha az yalan söylediği görülür. Bu, onun herhangi bir ahlaki çaba yüzünden değil; başka türlü olmayı akıldan geçiremeyeceği içindir. Oysaki azarlanmış, sert davranılmış bir çocuk, daima hırpalanacağı azar işiteceği korkusu içinde bulunur. Küçük kusurları bağışlanmayan ve doğru yolda eğitilmeyen bir çocuk, tehlikeden kurtulmak için yalan söyler.
Kıskançlık duygusunun gelişmesinde aile ve çevresinin etkisi büyüktür.
Yetişkinlerin, düşünmeden ya da birkaç dakika çocukla eğlenip vakit geçirmek için söyledikleri bazı sözler ve yaptıkları hareketler çocuğun gelişen ruhu üzerinde zararlı etkiler yapar. Çocukları sözde kızdırmak ya da korkutmak için yapılan pabucun dama atıldı, kardeşini severim seni sevmem, kardeşin akıllı sen aptalsın gibi kıyaslamalar ve kıskandırmalar çocuğun hasetlik ve kıskançlık duygularını harekete geçirir. Bu nedenle, büyüklerin bu duygulan kızıştırıcı söz ve hareketlerden kaçınmaları ve ortaya çıkması olası durumları önlemeye çaba göstermeleri gerekir.
Bilindiği gibi yeni bir kardeşin dünyaya gelişi ile büyük çocukta bir tedirginlik ve bocalama olur. Büyük çocuk herhangi bir etkiye gerek kalmadan kıskançlık duygusunun pençesine düşer. Bu ortaklık, ona eskisi kadar sevilmediği yeni doğan kardeşinin tercih edildiği fikirlerini aşılar. Bu durum doğrudan doğruya, kıskançlık duygularını filizlendirir. Bu nedenle, kardeşin gelişi ile ortaya çıkan durum çocuğun kişiliğini yıkmak için değil, güçlendirmek için kullanılmalıdır. Kardeşinin doğuşuna çocuğu önceden hazırlamak, bebek doğduktan sonra da büyük çocuğa gücünün sınırları içinde kardeşinin bakım ve özenine ortak etmek gerekir. Bu sayede büyük çocuk, annesi küçükle uğraşırken kendisini ihmal ediliyor duygusuna kapılmaz.
Anne-baba çocuk ilişkilerine dair yapılan bir çalışmaya göre (Kırman ve Doğan, 2017);
- Anne-babaları ile sağlıklı iletişim ve etkileşim içinde olan çocuklar, karşılaştıkları sorunlar karşısında duygu ve düşüncelerini diğer insanlara daha uygun yollarla ifade edebilirler.
- Anne-babaların çocukları ile sağlıklı ve etkili bir iletişim kurabilmeleri için kendilerine güvenli, kendilerine ve çocuklarına karşı saygılı, çocuklarının sorunlarına karşı duyarlı, işbirlikçi, çocuklarının duygu ve düşüncelerini paylaşabilen ve kabul edici bir tutum içinde olmaları önemlidir.
Ebeveyn Kabul Red Kuramında da çocuğun ebeveynleri tarafından kabul ya da red görmesi, çocuğun kişiliğinde en önemli faktörlerden biri olarak görülmektedir. Anne-babaların çocuklarıyla ilişkileri, çocuğun dünyayı ya güvenli ve yaşamaya değer ya da korkulacak güvensiz bir yer olarak algılamasına neden olmaktadır (Kırman ve Doğan, 2017).
- Sağlıklı bir anne-baba çocuk iletişiminde, iletişim dolaysız ve açıktır.
- Anne-babaların çocuklarına doğru ve etkili mesaj verebilmesi için iletişim kurma yöntemlerini bilmeleri ve bazı kurallara dikkat etmeleri gereklidir. Bu kuralların başında ise; çocuğu kabul etmek, kendini çocuğun yerine koyarak düşünmek ve dürüst olmak gelmektedir.
- Okul öncesi dönemde anne ile çocuk arasında kurulan sağlıklı iletişim, çocuğun tüm gelişim alanlarını destekleyerek sağlıklı bir kişilik geliştirmesinde çok önemli bir etken olarak görülmektedir. Çocuğun tüm gelişim alanları üzerinde önemli bir etkiye sahip olan iletişimin, çocuk üzerinde kısa veya uzun süreli etkileri olabilir.
- Ailenin temel işlevleri arasında, çocuğun fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlardaki gereksinimlerini karşılayarak sağlıklı bir birey olarak yetişmesi yer almaktadır. Özellikle okul öncesi dönemde çocuğun gelişimi, çevredeki faktörlerden oldukça fazla etkilenir.
- Ebeveynlerin çocuklarına uygun şekilde sınır koymaları, çocuğun yargılama becerisinin ve vicdanının gelişmesini sağlar. Ayrıca, çocuğun çevresini, olayları anlaması ve öğrenmesi sürecine de yardımcı olur. Çocuklarına uygun şekilde sınır koyabilen anne babaların, sadece çocuklarının gelişimine yardımcı olmadıkları; bunun yanı sıra, çocuklarının tehlike içeren durumlarla karşılaşma olasılıklarını da azalttıkları belirtilmektedir.
- Çocukların gösterdikleri sorun davranışlardan dışa yönelim davranışları (hiperaktif, saldırgan, suça yönelik davranışları) olan çocukların aile yapısında anne-baba arasında aşırı geçimsizlik, annelerde katı disiplin uygulama ve ev kadınlığı rolünü daha fazla reddetme söz konusudur.
İçe kapanık, hiperaktif, kıskançlık gösteren çocukların ailelerinin orta düzeyde ev kadınlığını reddedici tutuma ve iştahsız, aşırı inatçı, vurma davranışı gösteren ve tırnak yiyen çocukların ailelerinin ise düşük düzeyde ev kadınlığını reddedici tutuma sahip oldukları saptanmıştır. - Annelerin demokratik tutumu, çocukların ahlaki ve sosyal kurallarla ilgili bilgi düzeylerini olumlu yönde etkilemektedir. Annelerin aşırı koruyucu ve ev kadınlığı rolünü reddetme tutumu çocukların ahlaki ve sosyal kurallarla ilgili bilgi düzeylerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Sonuç olarak; çocuğun sosyal gelişmesinde ailenin yeri ve rolü gerçekten büyüktür. İyi bir aile görgüsü ve eğitimi, kişinin topluma uyumunun temelidir. Aileye uyumu iyi olan çocuk, bu durumunu diğer gruplarda da devam ettirir.
Çevrenin kötü etkileri çocuğun gömülü kalan olumsuz huylarının gün yüzüne çıkartır. Böylece çocuğun aile ocağında almış olduğu eğitim sarsılmaya ve bozulmaya başlar. Bu nedenle, çocuk eğitimine her vakte önem verilmesi gerekmektedir. Yeni çevrelerin yeni etkilerini daima dikkat ve ilgi ile izlemek ailenin kaçınılmaz görevlerindendir. Çocukta meydana gelen küçük çaptaki ruhsal ve ahlaki değişikliklerle çok yakından ilgilenmeli, çocukların evde kazanmış oldukları iyi alışkanlıkların bozulması olasılığına karşı gerekli tedbirler alınmalıdır. İşte bu şekilde hareket edilirse çocuğa verilen eğitim ve yapılan iyi telkinlerin kolay kolay sarsılmayacağına emin olabiliriz.
Uygun bir çocuk eğitimini yüzme öğretmeye benzetirler. Bütün sorun, çocuğu bir yandan boğulmaktan korumak, öbür yandan ise yüzme öğrenmesine fırsat verecek kadar serbest bırakmaktır.
Çocuk Neyi Öğrenir
Eğer bir çocuk sürekli eleştirilmişse,
“Kınama ve ayıplamayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk kin ortamında büyümüşse,
“Kavga etmeyi öğrenir.”
Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa,
“Sıkılıp utanmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse,
“Kendini suçlamayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse,
“Sabırlı olmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk desteklenip yüreklendirilmişse,
“Kendine güven duymayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse,
“Takdir etmeyi öğrenir.”
Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
“Adil olmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse,
“İnançlı olmayı öğrenir”
Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse,
“Kendini sevmeyi öğrenir”
Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
“Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir”
Yazan: Dorothy Law Nolte, 1975
Çeviren: Doğan Cüceloğlu
“Şu dünyada her şeyin en iyisine layık çok özel ve güzel bir çocuk var! O, sizin evinizde yaşıyor.”
Kaynakça
CÜCELOĞLU Doğan, “Başarıya Götüren Aile” Remzi Kitapevi, İstanbul, 13.Basım
CÜCELOĞLU Doğan, “Yeniden İnsan İnsana” Remzi Kitapevi, İstanbul, 22.Basım
GİRİŞKEN Neriman, “Çocuk Eğitiminde Ailenin Etkisi” Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Yıl:1974, Cilt:5, Sayı:2-3
KIRMAN Aslı, DOĞAN Özcan, “Anne-Baba Çocuk İlişkileri: Bir Meta-Sentez Çalışması”, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi, Yıl:2017, Cilt:4, Sayı:1, s.28-49
*Bu yazı Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlenmiştir.