Borderline ve Şizofreniye MANIAC Bir Bakış

Bu yazının konusunu, 2018 güz aylarında yayınlanan 10 bölümlük Maniac dizisi ve karakterleri oluşturuyor. Metin boyunca Maniac’ın sinematografik açıdan değil, psikanalitik açıdan kısa bir analizini yapmaya gayret edeceğim. Bu sebeple yazı boyunca yer yer diziye dair ipuçları olduğunu şimdiden okuyuculara bildirmek durumundayım. Maniac evreni ve karakterlerine geçmeden önce dizinin isminin çağrıştırdıklarına değinmek gerektiğini düşünüyorum. Maniac;...

Bu yazının konusunu, 2018 güz aylarında yayınlanan 10 bölümlük Maniac dizisi ve karakterleri oluşturuyor. Metin boyunca Maniac’ın sinematografik açıdan değil, psikanalitik açıdan kısa bir analizini yapmaya gayret edeceğim. Bu sebeple yazı boyunca yer yer diziye dair ipuçları olduğunu şimdiden okuyuculara bildirmek durumundayım.

Maniac evreni ve karakterlerine geçmeden önce dizinin isminin çağrıştırdıklarına değinmek gerektiğini düşünüyorum. Maniac; Yunanca “maniakos” kelimesinden geliyor ve ilk anlamıyla manik (manic) duygu durumdan acı çeken hastalar için kullanılıyor. Daha çok bilinen ve kullanılan diğer anlamları ise çılgın, deli ve akıl hastası. Ayrıca bilinen ilk bilgisayarlardan birinin adının da MANIAC (Mathematical Analyzer, Numerical Integrator and Computer) olması diziye bu adın verilmiş olmasını daha da anlamlı kılıyor. Akıl hastası ve akıllı bilgisayar arasındaki ilişkiyi yazının ilerleyen satırlarında bulacaksınız.

Dizinin ismine kısaca değindikten sonra sırasıyla Maniac evrenine ve karakterlerine geçebiliriz. Bu evrende hem ileri düzeyde teknolojik gelişmeler bulunuyor hem de geri kalmışlığın işareti sayılabilecek, hacimce büyük gereçler dikkat çekici. Örneğin, deneklerin zihin haritalarını çıkaran hatta tedavi edebilen bir bilgisayar olan Gertie neredeyse bir duvar büyüklüğünde. İstediği zaman konuşabiliyorken bazen de kocaman yazıcılar aracılığıyla cevap vermeyi tercih ediyor. Hem fütüristik hem de ilkel ögeleri barındıran Maniac evreni, bize tanıtmak istediği karakterlerin ruhsal durumunu simgeleştiriyor. Bazen ilerleyen bazen de gerileyen bir ruhsal aygıt, ait olduğu yeri sanki bir türlü bulamıyor.

Maniac Bilgisayar Görseli Gertie

Maniac evreninde tuhaf bir “sahte yakın ilişki” sistemi mevcut. Para karşılığında kendinize sevgili, baba ya da yakın bir dost kiralayabiliyorsunuz. Bu sistemin hem günümüzde paranın yakınlaştırdığı sahte ilişkilere hem de konu edindiği patolojik öznelliklere bir gönderme yaptığını düşünüyorum. Başrollerden Owen ya da Annie’de olduğu gibi “eksik” kalmış karakterler, eksikliklerini tamamlamak için türlü yollara başvursalar da hiçbir yol, gerçek bir ilişkinin yerini tutmuyor yani eksikliği tamamlamaya yetmiyor.

Ayrıca Maniac evrenindeki Ad Buddy hayli ilginç bir reklam ve ödeme sistemi. Eğer paranız yoksa sizin yerinize ödeme yapan Ad Buddy, ödediği para karşılığında size ürününü canlı olarak tanıtacak bir çalışanını gönderiyor. O kişiyi, şirketin ön gördüğü süre boyunca her nerede ne yapıyor olursanız olun, dinlemeniz gerekiyor. Dizi, belki bu haliyle, günümüz tüketim söylemine de gönderme yaparak hiçbir şekilde kaçamadığımız reklamları ve onların arkasındakileri anımsatıyor: hep daha fazlasını kazanmak için özneyi durmaksızın zora sokarak tüketen sistemleri. Annie karakteri, ötekilere kazandırmak için kendindekini tüketmeye boyun eğen bir karakter. Bağımlısı olduğu maddeleri alabilmek için (sigara ve A hapları) Ad Buddy reklamcısını dinlemek zorunda kalıyor. Burada, hepimize “tüketici” adını vererek tüketim nesnelerine (belki bu diziyi izlediğimiz platforma ya da bu platforma erişmemizi sağlayan internet aboneliklerine de) bağımlı haline getirip sonra da pek çoğumuzu tükenmişlik sendromunun koynuna iten kapitalist sistemin de üstü kapalı bir şekilde eleştirildiğini düşünüyorum. Mevcut sistem önce, eksikliği kabulümüzü engelleniyor. Yetenek, para, sağlık, güzellik ya da Annie’de olduğu gibi yakın ilişkide olduğumuz birisinin gerçek kaybı. Özne, bu eksikliği kabul edip yasını tutarak olgunlaşmak yerine “iste olacak, çabala gelsin” gibi gerçek dışı reklamlara maruz bırakılıyor. Acaba günümüzdeki reklamlara bu bakımdan oldukça benzeyen Ad Buddy sistemi olmasaydı Annie bağımlısı olduğu maddelere ulaşamayıp eksikliğinin yasını tutabilir miydi?

Maniac adbuddy görseli

Yeri gelmişken bağımlı sözcüğü ile tüketim ekonomisi arasındaki ilişkiyi de sözcüğün kökeniyle açıklamaya çalışayım. İngilizce bağımlı anlamındaki “addicted” sözcüğünün eski Yunanca’da “addicio” sözcüğünden geldiği sanılıyor ve bu sözcüğün “başkasının borcu karşılığında kendisini feda eden köle”ler için kullanıldığı ileri sürülüyor (Parman, 2019). Aslında her birimiz ihtiyaç olduğuna inandı(rıldı)ğımız ‘şey’leri tüketirken harcadığımız paralarla başkasının borcunu kapatıyoruz. Ödüyoruz diyemeyeceğim çünkü bu borçların sonu gelmiyor, reklamlarla üzeri örtülüyor ve bizlere kapattırılıyor. Eksikliğin reddi, bağımlılık, tüketim ve haliyle tükenmişlik bize sümen altı edilmeye çalışılan bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor. Nasıl ki ruh (ya da zihin) ve beden sağlığı birbirinden ayrı düşünülemiyorsa, toplum ve öznenin de birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini Freud’dan bu yana biliyoruz. Bizi hasta eden sadece kişisel seçimlerimiz olmuyor. Bazen (belki de çoğunlukla) bize dayatılan yaşam biçimleri özneye özgü sorunları besleyip büyüten asıl sorun kaynağına dönüşebiliyor. Dahası Maniac, temel sorunun tüm bu sorunları dile getiremeyişimizden, başka bir deyişle simgesel düzeyde ele alamayışımızdan kaynaklandığını vurgulayarak sorunlarımızı imgelerle çözmeye çalışan akıllı bir bilgisayar yaratma uğraşının günümüzdeki çözüm yolları üzerine yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ruh sağlığının nörobiyolojik bir tedavi biçimine ağırlık verdiği günümüz söyleminde; öznellik ile öznel söze ve bilinçdışı ile çalışmaya bir imkan ve yer olup olmadığını sorguluyor. Son olarak, Maniac evreninde de dünyamızda olduğu gibi zenginler için daha sıkıntısız bir hayatın söz konusu olduğunu, zenginlerin Ad Buddy sistemine başvurup düştükleri durumu başka gözler önünde yaşamak zorunda kalmadıklarını söyleyerek paragrafı kapatıyor ve karakter analizine geçiyorum.

Öncelikle Maniac’ın başkarakterlerinden olan Owen ve Annie’nin hikâyelerine bir göz atalım. Dizi her ne kadar Owen ile başlıyorsa da ben büyük oranda öznel sebeplerden dolayı Annie’den başlamak istiyorum. Annie, ULP olarak isimlendirdikleri deneye kendisini zorla aldırır. Bunun sebebi, deneyde kullanılan A hapına geliştirdiği bağımlılıktır. A hapı (Agonia) temel travmaları bulan ve onları yüzeye çıkaran bir haptır. Bu sayede Gertie (akıllı bilgisayar), kişilerin acı referanslarını haritalandırır. B hapı (Behavioral) beynimizin mevcut acılardan sakınmak için kullandığı savunma mekanizmaları, duvarlar ve labirentleri açık eder. Son olarak C hapı (Confrontation/Confrexia) ise temel travmalarla yüzleşme ve onları kabul etmeyi sağlar. Annie dizinin ilerleyen bölümlerinde tâbi tutulduğu testler sonucunda, sınır işleyiş (borderline) kişilik bozukluğu tanısı alır. Peki, nedir bu tanı? Bu hastalığı psikanalitik kuramın bakışıyla ele almaya çalışacağım. Önceleri açıkça psikotik ve açıkça nevrotik olmayan hastaları tanımlamak için kullanılan bu kavram, içeriği ve çağrıştırdıkları ile önemli bir tartışma zemini oluşturur. Bazı psikanalistler kişiliğin gelişimsel boyutlarını nevrotik, sınır ve psikotik olarak üç işleyişle açıklarken, bazı psikanalistler ise sınır işleyişlerin nevroz ve psikoz gibi ayrı bir işleyiş olarak ele alınamayacağını, güncel toplumsal söylemin ürettiği ve klinikte karşılaşılan bir durum olduğunu savunurlar. Örneğin kendilik psikolojisi kuramcılarına göre sınır yapılar ve narsisistik yapılar aynı spektrumun farklı uçları olarak ele alınır. Narsisizme (ek okuma: Mitolojiden Gelen Psikolojik Terimler: Narkissos ve Ekho) de girersem bu yazıdan çıkamayacağımı düşündüğüm için sadece kuramcıların sınır yapılardaki erken dönem anne – bebek ilişkisine dair yaptıkları açıklamalara kısaca yer vermeye çalışacağım. Kohut’a göre (1971/2019), erken çocukluk döneminde ebeveynlerinin yatıştırıcılığını ve sakinleştiriciliğini içselleştiremeyen kişinin bütünlüğünü tehdit altında hissetmesi ve dağılması sınır durum kişilik örgütlenmelerinin temel özelliklerinden birisidir. Kernberg ise (1975/2012), Kohut’tan farklı olarak, sınır yapılarda içsel (sevilen) nesne sürekliliğin olmadığını savunur. Kernberg’e göre, sınır yapılarda “iyi ” ve “kötü” kendilik ve nesne temsilleri birleşmediğinden çocuk, annenin “iyi ” ve “kötü” yanlarını bir bütünlük içinde algılayamaz. Sınır işleyişte, depresif konum eğreti bir biçimde içselleştirildiğinden çift değerlilik (ambivalans) duygulanımları bütünleştirilemez. Bu bütünleştirmeden anlaşılması gereken; aşkı ve nefreti aynı kişide birleştirmedir. Yani annenin aynı zamanda iyi ve kötü, bazen iyi ve bazen kötü olan bir kişi olduğunu kabullenme kapasitesidir. Öznel tarihine damgasını vuran kötü ve terk eden anne tasarımı, Annie’nin ruhsal aygıtında bu birleştirmenin yapılmadığını gösterir. Çünkü Annie’nin annesi onu sadece bir kere terk etmemiştir, birkaç kere terk etmiştir. Buradaki anne temsili; terk eden, geri dönen ve yeniden terk eden olarak yazılabilir. Normalde, giden ve geri dönen anne temsilinin yapılandırıcı etkisi vardır. Örneğin sabah işine giden, çocuğuna geri geleceğini söyleyen ve gerçekten geri gelen annenin çocuğun ruhsal yaşamında sembolik bir dengeyi inşa ettiği söylenebilir. Hatta Freud’un makara oyunu ve “ce-e” oyunlarının giden ve geri gelen nesne temsilleri için önemli olduğu bilinir. Fakat Annie’nin annesinin gidişi, kalanlar için oldukça travmatiktir ve bu terk edişlerin tekrarı travmanın tekrarıdır. Annie’nin annesi için “yeterince iyi” olmayan hatta kötü olan anne denebilir. Babasıyla son bölümde yaptığı konuşmadan anlaşılacağı üzere annesinin kötü yerine “hasta” olduğunu kabullenir Annie. Zaten bu kabulü iyileşmesinin ilk aşamalarından sayılır.

Annie’deki yoğun öfke duyguları dikkat çekici düzeydedir. Grinker, Werble ve Drye’e göre (1968) bu; sınır hastalarda bulunan dört temel hattan (öfke duygusu, ilişki kurmada yaşanan güçlükler, kendilik (self) kimliğinin yoksunluğu ve kronik depresyon) birisidir. Özellikle Annie’nin annesine yönelik öfkesi ve üstü örtük nefreti ona karşı düşmanca tutumlar benimsediğini gösterir. Bu düşmanlığın, annesine yönelik aşkı mı yoksa onu yitirme korkusunu mu maskelediği düşünülmelidir. Görünürde Annie annesini değersizleştirir fakat gizil düzeyde terk edilme korkusuna karşı geliştirilmiş narsisistik bir korunma önlemi gibi değerlendirilebilir. Yukarıdaki paragrafta da belirttiğim gibi terk eden bir anne, Annie’nin -kendilik psikologlarının da altını çizdiği üzere- narsisistik bir savunma geliştirmesine yol açmış olabilir. Grinker ve arkadaşlarının değindiği dört ana hat da Annie karakterinde göze çapar. Fakat Annie’de en dikkat çekici olanın, temeldeki öfke duygusuna eşlik eden yoğun suçluluk duygusu olduğunu düşünüyorum. Kişi evvela kendi öfkesinin, sevilen nesneye zarar vermesinden dolayı suçluluk duyar. Annie’nin duygulanımları da benzerlik gösterir.

Dikkat çekici bir diğer nokta, Annie’nin annesiyle olan ilişkisi oldukça yaralayıcı gözükürken Ellie’nin yani Annie’nin kız kardeşinin ondan daha küçük yaşta terk edilmesine rağmen Annie kadar patolojik olmayışıdır. Burada, Annie’nin, annesinin yokluğunu Ellie için telafi etme çabasının çok önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Annie tüm tutarsızlıklarına rağmen kardeşi için zaman zaman annelik görevi üstlenmiştir ve Ellie annesini ya da annesi yerine geçen ilk nesneyi Annie kadar “kötü” algılamadığından onunla görüşmeye de onun kadar öfkeli yaklaşmamıştır. Annie’nin sürekli sigara içmesi ve madde bağımlılığı, nesne eksikliğini gidermeye çalışmasının kendince bulduğu bir yoludur. Kendisi de bir sigara tiryakisi olan Freud’un söylediği gibi: ”Eğer öpecek bir şeyiniz yoksa sigara içmeniz kaçınılmazdır” (Mutlu Olma İhtimalimiz, s.61). Annie, kardeşini kaybetmesinin ardından sürekli olarak tükettiği A haplarıyla tekrar tekrar yaşadığı tramvayı deneyimler. Kardeşiyle olmasının tek yolu ona göre budur. Bu sayede yoğun suçluluk duygusu da cezalandırılmaktadır. Annie’ye ve sınır işleyişlere dair söyleyeceklerimi burada noktalayarak Owen karakterine geçmek istiyorum.

Owen, yapılan testlerden sonra paranoid-şizofreni tanısı alan bir diğer başrol karakteridir. Paranoid şizofreni, şizofreninin bir alt tipidir. Şizofreni için günümüze kadar pek çok farklı tanım yapılmıştır. Söz konusu hastalık için kullanılan ve “zihin yarılması” anlamına gelen şizofreni terimini ilk kez Bleuler (1911) kullanmıştır. Şizofreninin tanımı ve teşhisinde pek çok farklı yaklaşım ve tanı ölçütü değişikliğe uğrayarak günümüze kadar gelmiş olmakla birlikte ben yine kavramı psikanalitik literatür çerçevesinde özetlemeye çalışacağım. Psikanalitik kurama göre şizofreni, psikozun bir türüdür. Freud (1924), Nevroz ve Psikoz başlıklı makalesinde, her iki hastalığın da çocukluk arzularından birinin engellenmesi (frustration) ya da doyurulmaması olduğunu yazar. Bu durumun yarattığı gerilim ve çatışmalarla farklı yollarla baş edilmeye çalışılır. Nevrozlarda, ben dış dünyadan yana durup alt-beni susturmaya yönelirken psikozlarda ben, alt-ben karşısında pes eder ve dış gerçeklikten uzaklaşır. Diyebiliriz ki kişi, nevrozda gerçekliğin bir fragmanından kaçarken, psikozda gerçekliği yeniden şekillendirir. Dizi karakterlerini düşünecek olursak nevrotik işleyişte olan diğer karakterler gerçekliği reddetmeyip sadece onu görmezden gelirken Owen gerçeği reddeder ve kendi yarattığı başka bir gerçeklikle değiştirmeye çalışır. Freud (1914) bebeklikte libidonun nesnelere bağlanmadan önce egoya yatırıldığını ve “birincil narsisisizm” olarak adlandırılabilecek bir dönemin söz konusu olduğunu öne sürmüştür. Şizofrenideki içe kapanmayı da narsisistik evreye gerileme olarak yorumlamış ve “ikincil narsisizm” olarak açıklamıştır. Fakat Klein (1948) bu kavramsallaştırmaya karşı çıkarak libidonun egoya değil içsel (internal) nesnelere yatırıldığını ileri sürer. Bazı fikir ayrılıklarına rağmen Klein de şizofreniyi bir çeşit gerileme olarak ele alır: yaşamın ilk yıllarında normal kabul edilen paranoid-şizoid konuma gerileme. Bu konumdayken bebek, anneyi bir bütün gibi algılamaz, annenin bedeniyle ilişkide olduğu kısmı algılar yani yaşamın ilk yıllarında karşılaştığı annenin memesini. Doyurulmuşluk ve hoşnutluk duyguları “iyi meme”ye, engellenmişlik ve saldırganlık duyguları ise “kötü meme”ye yansıtılır. İyi ve kötü meme birbirinden ayrılır. Klein, bu savunmaların çokça kullanılması nedeniyle yaşamın bu ilk evresine paranoid-şizoid konum adını vermiş ve gerilemeyi de bu bağlamda açıklamıştır. Gerileme, dış dünyadaki insanlardan ve içselleştirilmiş nesne ilişkilerinden vazgeçmeyi içermekte ve şizofrenik öznelerde görülen kendi içine kapanmanın yaşanmasına neden olmaktadır.

Borderline ve Şizofreniye MANIAC Bir Bakış
“Akıllı bilgisayarlar psikologların mesleğini ellerinden alabilir mi? Bir yapay zeka psikoterapinin yerini tutabilir mi? Rüyalarda iyileşmek mümkün mü?”

Owen, oldukça zengin bir ailenin çocuğu olmasına rağmen kirasını kendisinin ödemeye çalıştığı kutu gibi bir evde yaşamayı tercih eder. O geniş ve zengin dünyada bulamadığı güveni, kendisinin ancak sığabildiği minicik bir evde bulma arzusu, anne karnına yeniden dönmek isteyen bir tür gerileme (regresyon) hali gibidir. Owen karakterinde gözlemlediğimiz ruhsal yarılma da dikkat çekicidir. Owen’ın hayatında bir iyi bir de kötü iki erkek kardeş oldukça önemli bir yer tutar. İyi ve kötü nesne temsilleri o kadar iç içedir ki (ve aslında bir o kadar da ayrı) iyi kardeş Grimsson, gerçek hayatta Owen’e zorbalık eden kötü kardeş Jed’in bir klonudur. Grimsson, Owen’ın gördüğü bir halisünasyondur ve her göründüğünde Owen’a dünyayı kurtarma görevinde olduğunu hatırlatır. Bu gösterenler, klinikteki paranoid-şizoid hastalarda da karşımıza çıkar.

Sullivan’a göre (1962) şizofreni, ebeveynler ve bebek arasındaki erken dönem sağlıksız ilişkiler sonucu ortaya çıkmaktadır. Bazı hatalı anne-baba tutumları, bebeğin benlik algısında çözülmelere ve kendine olan saygısının ağır hasara uğramasına neden olabilmektedir. Mahler de Sullivan’a benzer şekilde şizofreniyi erken dönem anne- bebek ilişkisindeki hasarla açıklar. Mahler’e göre (1952), ben sınırları anne ile bebek arasındaki bedensel temas sonucunda oluşur. Şizofrenilerde görülen, kendi benliğini başkalarınınkinden ayırma güçlüğü, anne-bebek arasındaki bu normal uyarılmalardan yoksun kalmanın bir sonucudur. Bu doğrultuda, şizofrenik özneler, bebekliğin ortak yaşam dönemini yeniden yaşamayı isterken aynı zamanda yok olmaktan da korkar ve kişi bu iki duygu arasında sıkışıp kalır.

Hayatı boyunca Jed tarafından itilmişliğin ıstırabını çektiği yetmezmiş gibi bir de Jed’i mahkemeden kurtarmak için yalancı şahitlik yapması istenir Owen’den. Üstelik bunu ailesi istemektedir. Yukarıda şizofreninin ağır hasarlı aile ilişkileri neticesinde ortaya çıktığını açıklayan bazı kuramlardan kısaca bahsetmiştim. Owen’ın ailesi tarafından dışlandığı, başarısız görüldüğü hatta dünyayı kurtarma göreviyle bunu telafi etmeye çalıştığı dizinin içerisine yedirilmiştir. Fakat gerek anne gerekse babasının Owen’ın durumunu önemseyen, onun şartlarını iyileştirmek isteyen tutumları da varsa da tüm bunlar Owen’ı iyileştirmek yerine daha da yaralamaktadır çünkü hepsi sanki Jed’i kurtarmak içindir. İzleyici dizide, Annie’de olduğu gibi Owen’ın özellikle annesiyle erken dönem ilişkilerine dair daha hasarlı bir geçmişi olduğunu gösteren sahneler bekleyebilir. Şizofrenide görülen zihin yarılması ve çarpık ilişkiler ağı işlenirken, anneyle temasın üzerinde fazlaca durulmamış olduğu sanılabilir. Sanki bu haliyle Owen karakterinin geçmişi şizofrenik öznelerin genelinde olduğu gibi fazlasıyla eksik kalmış gibidir. Oysa Owen’ın öznel tarihinin diziye detaylı şekilde aktarılamıyor oluşu tam da Owen’ın geçmişini algıladığı şekliyle yani fazlaca eksik olarak izleyiciye gösterilmesindendir. Çünkü şizofrenik özne kendi öznel tarihinin kahramanı olamamaktan, aile hikâyesine yazılamamış olmaktan yakınan; sanrı ve varsanımlar aracılığı ile yeni bir gerçekliği daha doğrusu yeni bir öznel tarihi oluşturmaya yeltenen biri olarak karşımıza çıkar çoğu zaman. Bu nedenle Owen karakterinin geçmişinin parçalı, anlamsız ve sisli bırakılması oldukça anlamlı olmuştur.

Dizinin son önemli karakterleri ise Gertie ve Greta’dır. Dr. James K. Mentlaray, bir psikoterapist olan annesinden esinlenerek GRTA’yı yaratmıştır. GRTA (Gertie) bir tür yapay zekadır. James, 8 yaşında anne babasının ayrılmasının ardından sadece annesiyle büyümüş bir çocuktur. Greta ise ülke genelinde üne sahip bir psikoterapisttir. Greta’nın aşırı nüfuz edici anneliği, James’i bezdirmiş ve James, şiddetli bir tartışmanın ardından yedi yıl boyunca annesini aramamıştır. İlginçtir, James annesinden esinlenerek yarattığı Gertie’yi tam da annesiyle ilişkisini kopardıktan sonra var etmeye karar vermiştir. Burada, ne kadar patolojik olursa olsun, bakım verenle ilişkimizi yine ona benzer karakterler üzerinden yeniden kurma çabamızın oldukça güzel bir biçimde anlatıldığını düşünüyorum. Greta, teşhirci ve sınırsız bir annedir. Kocasından ayrıldıktan sonra 8 yaşındaki oğluyla uzun süre aynı yatakta yatması ve merhabalaşmaları sırasında sahnedeki diğer karakterleri ve seyirciyi de irrite eden öpüşmeleri bu sınırsızlığını gözler önüne serer. James neredeyse tiksintiyle annesine karşılık vermekte ama bunun önüne geçememektedir. Annesine olan öfkesi öyle güçlüdür ki annesinin üzerinden onun mesleğinin de ne kadar gereksiz olduğunu kanıtlamak için Gertie’yi yaratmıştır. Dizinin ilk bölümlerinde söylediği Üzgünüm Sigmund repliği, tüm terapilerin Gertie sayesinde tarihe karışacağına duyduğu sarsılmaz güvenden ileri gelir. Fakat James ve araştırmadaki diğer kişiler yanılır. James’in eski sevgilisi ve asistanı olan Azumi, ondan habersiz Gertie’ye bazı duygusal kodlar yüklemiştir. Gertie araştırmanın diğer yürütücülerinden Dr.Marumot’a âşık olur ve onun ölümüyle de bir yas sürecine girer. Gertie’nin yası, deneyi bir çıkmaza sokar. Öyle ki deneklerin üçüncü aşamadan sağ çıkamama ihtimalleri vardır. Bu noktada, Azumi James’i ikna eder ve annesinin Gertie’yi konuşarak iyileştirmesi için onun laboratuvara çağrılmasını sağlar. Greta tüm nüfuz edici yanlarına ve sınırsızlıklarına rağmen iyi anne mesajlarını ve belki terapistliğini de devreye sokarak hem oğlunu hem Gertie’yi hem de tüm denekleri kurtarmak için Gertie’yle yası ve aşkı konuşur. Konuşulamayanların konuşulması, tüm karakterlerin bilinçdışında bir rahatlama yaratır.

Maniac’ta, psikofarmakolojik tedavinin, mucize on adımların(!) ve bir anda sonuca ulaştırmayı vadeden tüm yaklaşımların eleştirildiğini düşünüyorum. İnsan ruhsallığı; yıllar boyunca biriktirdikleri, bilinçdışına ittikleri ve karmaşık ilişkileriyle birkaç hamleyle çözümlenmekten çok daha fazlasını hak etmektedir. Dizi bize, hangi türden olursa olsun bir ilişki patolojisinin –ki tüm patolojiler bir ilişki patolojisidir- yine bir ilişki içinde çözümlendiğini anlatmaya çalışıyor. Neticede hepimiz sevgiyi ve kabulü ararız. Bizi olduğumuz gibi kabul eden insanlar bizi gerçekten seven insanlardır ve bize iyi gelirler. Ayrıca eksikliğin kabulü daha önce de belirttiğim gibi iyileşmenin ilk aşamalarındandır. Son bölümde Annie ve Owen’ın kabullerine ilişkin diyalogları hepimiz için bir ders niteliğindedir:


Annie: “Olmayan bir şey gördün ne olmuş yani? İnsanlar, uzaylılar görüyor, sesler duyuyor, hayaletler görüyor.”

Owen: “O başka. Aklım düzgün çalışmıyor.”

Annie: “Kimin çalışıyor ki?”


Dizinin sonunda denekler travmalarını, bir çeşit rüya simülasyonu içinde çözümlemeyi başarırlar. Bu, bence psikanalitik kuramdaki bilinçdışının önemini vurgular. Freud, Rüyaların Yorumu adlı kitabında, rüyaların arkaik ve simgesel içeriğiyle psikotik belirtiler arasındaki benzerliğe dikkati çekmiştir. Maniac’ta da ele alınan psikiyatrik hastalıklar, rüyalar aracılığıyla simgesel düzeyde işlenmistir. Sanırım tam da bu noktada, James’in cümlesini değiştirerek yeniden kurmam icap ediyor: Teşekkürler Sigmund”.


Alıntı Yapılan ve Yararlanılan Kaynaklar

  • Anlı, İ. ve Bahadır, G. (2007). “Kendilik Psikolojisine Göre Narsisistik Ve Sınır Kişilik Bozukluğu”. Psikoloji Çalışmaları Dergisi, 27, s. 1-12.
  • Bleuler, E. (1911) Dementia Praecox or the Group of Schizophrenias. (Translated (1950) by J. Zinkin.) New York: International Universities Press.
  • Chabert, C. (2008). Sınır işleyişler: hangi sınırlar?. Psikanaliz Yazıları: Psikanaliz ve Sınırlar, 16, 13-35.
  • Dereboy, İ. F. (2000). Şizofreniye İlişkin Psikanalitik Yaklaşımlar. Şizofreni Dizisi, 1, 11-19.
  • Freud S (1914) On narcissism: an introduction. Standart Edition, Cilt 14: 73-102, Londra, Hogarth Press, (1957)
  • Freud S (1924) Neurosis and psychosis. Standart Edition, Cilt 19: 149-153, Londra, Hogarth Press, (1961)
  • Geçtan, E. (2006). Psikodinamik psikiyatri ve normaldışı davranışlar. Metis Yayınları.
  • Grinker, R. R., Werble, B., & Drye, R. C. (1968). The borderline syndrome: A behavioral study of egofunctions. Basic books.
  • Kahraman, N. (2018). Netflix’in yeni dizisi maniac’ı anlama rehberi. https://www.log.com.tr/netflix-in-yeni-dizisi-maniac-i-anlama-rehberi-inceleme/
  • Kernberg, O. F., & Atakay, M. (1975/2012). Sınır durumlar ve patolojik narsisizm. İstanbul:Metis.
  • Kickham, D. (2018). Who Is Grimsson In ‘Maniac’? Owen’s Imaginary Nuisance Keeps Popping Up: https://www.elitedaily.com/p/who-is-grimsson-in-maniac-owens-imaginary-nuisance-keeps-popping-up-12004113
  • Klein M. (1948) Contributions to Psycho-Analysis. London, Hogarth Press.
  • Kohut, H. (1971/2019). Kendiliğin çözümlenmesi. Çev.: C. Atbaşoğlu, B. Büyükkal, C. İşcan. İstanbul: Metis.
  • Mahler, M. S. (1952). On child psychosis and schizophrenia: autistic and symbiotic infantile psychoses. The psychoanalytic study of the child, 7(1), 286-305.
  • Nural, U. Y (2013). Freud’dan Lacan’a Psikozun Psikanalizi. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları. Sözlü sunum.
  • Özçürümez, G., Tanrıverdi , N., & Zileli, L. (2002). Sınır Kişilik Organizasyonu Temelinde Narsisistik Kişilik Bozukluğu ve Yapay Bozukluk: Psikanalitik Psikoterapi Süreci. Türk Psikiyatri Dergisi 2002; 13(2):152-160
  • Parman, T. (2008). Psikanalizin sınırlarında: margret i little’in winnicott ile yaptığı analiz. Psikanaliz Yazıları: Psikanaliz ve Sınırlar, 16, 35-50.
  • Parman, T. (2019). Bağlanmaktan Bağımlılığa: Sahi Bağ Nedir? Gençlik Üzerine Tartışmalar, Ergenlik ve Bağımlılık Sempozyumu. Sözlü sunum.
  • Sullivan, H. S. (1962). Schizophrenia as a human process. New York, NY, US: W W Norton & Co.
  • Şen, E. (2018). Maniac 1. Sezon Değerlendirmesi: https://www.filmloverss.com/maniac-1-sezon-degerlendirmesi/
  • Tüzer, V., Zincir, S., Başterzi, A. D., Aydemir, Ç., Kısa, C., & Göka, E. (2003). Şizofreni hastalarında aile ortamı ve duygu dışavurumunun değerlendirilmesi. Klinik Psikiyatri, 6, 198-203.

*Bu yazı Psikoloji Ağı editörleri tarafından Psikoloji Ağı Yayın İlkelerine göre düzenlemiştir.

Bir yorum yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir